27 Kasım 2007

Yaşlı Hint'li Ustamız

Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştır. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdir. Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu,bir bardak suya atıp içmesini söyler. çırak, yaşlı adamın söylediğini yapar ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye baslar.

Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle

"Acı" diye cevap verir.

Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tutar ve dışarı çıkarır. Sessizce az ilerdeki golün kıyısına oturur ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyler.Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken,usta aynı soruyu sorar:

"Tadı nasıl?".
"Ferahlatıcı" diye cevap verir genç çırak.

"Tuzun tadını aldın mi?" diye sorar yaşlı adam,

"hayır" diye cevaplar çırağı.

Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturur ve şöyle der:

"Yaşamdaki acılar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Acının miktarı hep aynidir. Ancak bu acının şiddeti,neyin içine konulduğuna bağlıdır. Acın olduğunda yapman gereken tek şey acı veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir.

Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış

Filozof Kıssaları...

Kral Dionysios, Aristippos`a sorar: `Nedendir acaba, her gün filozoflar hükümdarları ziyaret ederler de, hiçbir hükümdar kalkıp bir filozofu ziyarete gitmez?` Aristippos, `Bunda şaşacak bir şey yok hükümdarım` der, `Hekimler, yatağından kalkamayacak durumdaki hastalara giderler, çünkü o hastaların hekimlere gitmeleri mümkün değildir..`
********************
* Kıbrıs Kralı Nikokreon`un sofrasında Isokrates hiç konuşmadan oturur dururmuş. Neden böyle sessizce oturduğunu soracak olmuşlar. Şöyle demiş filozof: `Burası benim söyleyeceklerimin yeri değil; burada söylenmesi gerekenleri de ben bilmiyorum, o yüzden susuyorum...
********************
Aisopos (Esop) evinde çalışırken, bir asil kapıyı vurmadan içeri girer ve kitaplarına eğilmiş filozofa, `Böyle yapayalnız nasıl oturabiliyorsun` der. Aisopos başını kaldırır, `Ben yalnız falan değildim` der, `ama sen içeriye girdiğin andan itibaren ne kadar yalnız olduğumu anladım.
********************
*** Xenocrates (Zenon) bir öğrencisiyle konuşuyor, o ne derse öğrencisi sürekli onaylıyormuş. Filozofun sabrı tükenmiş ve bağırmış: `Hiç olmazsa bir kere itiraz et, başka bir fikir söyle de iki kişi olduğumuzu arılayayım...
********************
Atina`da önemli bir tartışma yapılırken kürsüye Demostenes çıkar, ancak dinleyiciler sürekli kendi aralarında konuşmakta, filozofu dinlememektedir. Demostenes, `Bir hikaye anlatıp ineceğim` der ve anlatmaya başlar: `Uzun zaman önceydi, bir delikanlı Atina`dan Megara`ya gitmek için bir eşek kiralamıştı. Eşeğini kiraya veren adamın da Megara`da işi vardı, beraber yola düştüler. Konuşa konuşa giderlerken öğle sıcağı bastırdı, biraz dinlenmek ve öğle yemeği yemek için bir su başına çöktüler. Ama ortalıkta hiç gölgelik yoktu ve eşeğin sahibi yemeğini alıp eşeğinin gölgesine sığındı. Eşeği kiralayan genç buna içerledi, `Sen çekil gölgede ben oturacağım` dedi. Beriki itiraz etti: `Ben oturacağım, çünkü eşek benim.` Delikanlı Ama ben eşeği kiraladım` deyince, eşeğin sahibinden `Ben sana eşeği kiraladım gölgesini değil` cevabını aldı ve aralarında kavga çıktı.` Hikayenin tam burasında Demostenes kürsüden iner yürümeye başlar. Dinleyiciler, `Sonunda ne oldu, sonunu anlat` diye bağrışmaya başlayınca Demostenes kürsüye döner: `Sizin için çok önemli bir konuda bir şeyler anlatmaya çalıştım, dinlemediniz. Şimdi ise eşeğin gölgesini merak ediyorsunuz. Ne fikrimi söyleyeceğim ne de eşeğin gölgesine ne olduğunu...` Kürsüden iner, yürür gider.
*******************
Atina halkı, yöneticilerinden fena halde şikayetçiydi, ama onları nasıl göndereceklerini bir türlü bilemiyorlardı. Tartışmaların sonunda somut bir fikir çıkmıyordu. Bir gün Antisthenes kürsüye çıktı: `Atinalılar size bir teklifim var: Hemen bir kararname çıkarıp bütün eşeklerin at olduğunu ilan edin. Bundan sonra da eşeklere eşek demeyin, hep at deyin.` Biri sorar: `Peki bunun bize ne faydası var?` Antisthenes cevap verir: `Ne demek ne faydası var? Yeni yönetici konusunda anlaşamadığınıza göre, çözüm bulunana kadar eşekler tarafından yönetilmek utancından kurtulmuş oluruz.`
*******************

Felsefe sınavım öncesi ufak derlemeler...

26 Kasım 2007

Mars'ınız parlasın inşallah...

Dünya ile Mars'ın geçici bir süreliğine birbirlerine yakınlaşmalarından ötürü bu gece ve gelecek 3 hafta boyunca Kızıl Gezegen, geceleri gökyüzündeki en parlak gökcisimlerinden biri olacak ve bulutsuz olması durumunda çıplak gözle görülebilecek.

Gökbilimciler, Mars'ın 18 Aralık'ta Dünya'ya yaklaşık 90 milyon km yaklaşarak, en yakın mesafeye ulaşacağını belirterek, gezegenin Nisan 2016'ya kadar bu derece yakınlaşmayacağını ve bu kadar parlak olmayacağını kaydetti.

Bu gece yarısından ve Salı sabah gün doğumundan hemen önce Mars'ı gözlemlemek için en uygun zaman.

Mars'ımızın parladığı şu günlerde üstümüze nur yağması dileklerimle sizleri uğurlarken sözlerimi tabiki bitirmek istiyorum ama olmuyor.Sadece ellerimin konuştuğu bu cümlelerde belki bulamayacağınız bir çok şey var ama başlıklardan zaten birçok şeyi çıkartabiliyorsunuz.
Sevenlerim elleri görmek istiyorum çakmaksız,cep telefonsuz,mumsuz sadece el istiyorum sadece sallamak için salllanan eller burdayım demek için elveda demek için...
Levent Yüksel'den bi daha şarkısını mesai arkadaşım konfeksiyoncu Bülent'e armağan ederekten göderiyorum.İyi çalışmalar kardeşim Allah işini rast getirsin...Akşama haftalık alıyorum ıslatıcaz ona göre sevgilerlen...



Kozmokimyagerolog ya da her ne ise kitle imhager miydi adınıda unuttum bak yahu...

Türbanım Baş örtüm,Başımın Örtüsü

Bugün çok acayip bir haber gördüm başlığıda yazarına göre değişiyor.
1. Başlık==>Kürsüden indirilen İHL'li kız konuştu...
2. Başlık==>İHL'li kızın MEB'e cevabı...
3. Başlık==>Başıma değiş başarıma baksalardı...

Bu başlıklar öğretmenler gününde kompozisyon yarışmasında 1. olan bir baş örtülü kız kardeşimizin ödülünü almak için gittiği ödül töreninde kürsüye baş örtüsü ile çıkması sonucu kürsüden daha sonra indirilmesi ile alakalı başlıklar.
Kız arkadaşımız kompozisyon yarışmasını kazanıyor ödülü diğer öğrenciler gibi kürsüde almak elbette onunda hakkı.Kürsüden bu şekilde indirilmesi gerçekten çok büyük bir ayıptır.Bunun böyle olmasına izin verenler ile kız arkadaşımız ödülü aldıktan sonra yapılmalıydı.
Bir devlet dairesine itirazda bulunduğunuz zaman önce yanlış olsa bile o faturada yazan parayı son ödeme tarihinden önce ödemelisiniz.
Yani yanlışsa bile kural uygulanır düzenleme daha sonra yapılır.Tamam yanlıştır eğitimde baş örtüsü yoktur törenlerde ve diğer durumlarda (İHL ve benzeri kurumlar hariç)


Gelelim haberin lanse bölümüne.Haber kurumları kendi taraflarına göre bu olayı anlatmışlar bir kelimenin bile o kadar çok şeyi değiştirdiği bu anlatımlar arasından olayı özet olarak çok zor çıkarttım yukarıda ki gibi.Daha bir çok farklı anlatım var ama o anlatımların yazana özgü olduğunu düşünüyorum.Haber vermek için yazılmış yazılar değiller kesinlikle...

Neyse başıma bir işler gelmeden ufak ufak arazi olma vakti geldi.


Girit'linin biri bütün Girit'liler yalancıdır demiş...
a)bu Girit'linin Girit'liliğinden şüphe eden kişi sayısı 0 dan farklı ise cevap b şıkkıdır.
b)Bu soruyu sormak çok büyük yürek ister ama cevap vermek ise tam bir aptallıktır çünkü her soru cevaplanmak için değildir bazen sorarak anlayabiliriz.Uzmanlara soru sordururlar çünkü sorabiliyorlarsa neyi bilmediklerini biliyorlardır.(Eskilerden bir felsefecimiz demiştir.Bu kimdir)Neyi bilmediğimi biliyorum belki bu yüzden diğerlerinden üstün olabilirim...

25 Kasım 2007

Oyalı klon :)

Türkiye'nin klonlama yöntemiyle elde edilmiş ilk koyunu doğdu. İstanbul Üniversitesi'nde dünyaya gelen ''yerli Dolly''nin adı Oyalı.

Sezeryanla dünyaya getirilen kuzu, başta annesi tarafından yakınlık görmedi. Bunun üzerine kuzu biberonla beslendi. Ancak bir süre sonra anne koyun, yavrusuna yakınlaştı.

İstanbul Üniversitesi'nin, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) ve TÜBİTAK'ın desteğiyle yürüttüğü "kopya koyun" projesi, üç yıl önce başladı.

Proje kapsamında 8 koyuna 'embriyo' transfer edildi, 2'si hamile kaldı. Sezaryen ile dünyaya gelen ilk kopya koyun Oyalı'nın sağlık durumunun iyi olduğu bildirildi.

Projeyi, İÜ Veterinerlik Fakültesi Döllenme ve Suni Tohumlama Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sema Birler ve ekibi hayata geçirdi.

Doğumun düşündüklerinden daha kolay olduğunu belirten Prof. Dr. Sema Birler, "Ancak anne koyun son zamanlarda strese girdiği için hem yavruyu, hem anneyi riske atmak istemedik. Bunun için doğumu sezeryan yöntemiyle gerçekleştirdik" dedi.

Prof. Birler, yöntemi uygularken asıl amaçlarının, bir sonraki için uygun bir ortam oluşturmak olduğunu belirtti:

"Bilindiği gibi birçok alanda klonlama kullanılabilir. Bizim ilk olarak kullanmak istediğimiz alan 'transgenik koyun üretimi' oldu. Transgenik koyun üretimiyle, koyunların sütünden insan hastalıklarının tedavisinde faydalı olabilecek bazı proteinleri üretebiliyoruz.

Örneğin hemofili hastaları için gerekli faktör 8'leri, faktör 9'ları sütten elde etmek mümkün. Yani bir biofabrik olarak koyunlardan yararlanmamız söz konusu."

Doğum 1 saat sürdü

İÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Şafak Ural’ın da izlediği doğum, yaklaşık bir saat sürdü.

Doğum sırasında Prof. Dr. Sema Birler, Prof. Dr. Kamuran İleri, Prof. Dr. Serhat Papuccuoğlu, Doç. Dr. Serhat Alkan birlikte çalıştı.

Yenileri de yapılacak

Klonlamanın bir başlangıç olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Sema Birler, “Artık büyük bir bilimsel araştırma dünyasının içine adım atmış olduk diye düşünüyoruz. Çok kısa bir süre sonra da diğer aşamaları katedeceğimizi ümit ediyoruz. Başka bir koyuna da aynı şekilde klonlama uyguladık. Muhtemelen iki hafta sonra yeni kuzuları da dünyaya getireceğiz" dedi.

Sağlık durumu iyi

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Veterinerlik Fakültesi'nde dünyaya getirilen Türkiye'nin ilk kopya koyunu "Oyalı"nın sağlık durumunun iyi olduğu bildirildi.

Sezaryenle dün dünyaya gelen "Oyalı", fakültede düzenlenen basın toplantısının ardından ilk kez basının ve kamuoyunun karşısına çıkarıldı.

İÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Şafak Ural, kopya koyunun üniversitenin akademik araştırmaya olan eğitim ve katkısının bir sonucu olduğunu söyledi.

Proje sorumlusu Prof. Dr. Sema Birler ve ekibine teşekkür eden Ural, "Oyalı"nın dün hafif ateş yükselmesi sorunu yaşadığını kaydetti.



"3 yavru bekliyoruz"

Klonlamanın amaçlarından bir tanesinin hayvancılık ve insan sağlığını ilgilendiren konularda gen transferi yapılmış hayvanların "biyofabrikalar" olarak kullanılması olduğunu vurgulayan Prof. Dr.Birler, hemofili, diyabet gibi hastalıklarda kullanılmak üzere sütünden bazı proteinleri üretebilen koyun oluşturmak ve bu şekilde bu sütün ilaç endüstrisinden kullanılmasını sağlamak olduğunu belirtti.

Prof. Dr. Birler, gebeliği devam eden diğer koyunun 5-6 gün içinde doğum yapabileceğine işaret ederek, "İlk ultrason incelemelerinde 4-5 yavru gördük. Bunlardan hepsi yaşamıyor olabilir. Yavru büyüdükçe tek tek saymak zorlaşıyor. Ama en az 3 bekliyoruz" diye konuştu.

"Oyalı"nın tek olarak dünyaya geldiğini vurgulayan Prof. Dr. Birler, doğum yaklaştıkça hem kendilerinin, hem de taşıcıyı annenin strese girdiğini, bu nedenle sezaryeni tercih ettiklerini söyledi.

Prof. Dr. Birler, "5 kilo 600 gram ağırlığında dün sezaryenle dünyaya getirilen 'Oyalı'nın sağlık durumu iyi" dedi.

"Oyalı çok hassas"

Ortalamanın 2 katından biraz daha fazla büyüklükte dünyaya gelen "Oyalı"nın çok hassas olduğunu ifade eden Prof. Birler, bazı vitamin ve antibiyotikler verildiğini anlattı.

Birler, kopya kuzuyu önce biberonla beslediklerini, hayvan biraz daha güçlenince anne sütü alabileceğini dile getirerek, bir hafta geçtiğinde rahatlayacaklarını belirtti.

"İnsanlar için yasak"

Prof. Dr. Birler, insanın kopyalanması konusundaki bir soru üzerine de 2 tür klonlama olduğunu, yavru oluşturacak klonlamanın hayvanlar üzerinde uygulandığını, insanlar için böyle bir yöntemin dünyada yasaklanmış durumda olduğunu anlattı.

Teropötik uygulamada ise embriyonun hücrelerinden embriyonik kök hücreler elde edilmesinin amaçlandığını ifade eden Prof. Dr. Birler, bunun insanlar üzerinde uygulanmaya başlanmadığını, üzerinde yoğun şekilde çalışmaların sürdürüldüğünü kaydetti.

Prof. Dr. Birler, klonlama için koyun seçilmesinin nedeninin Türkiye'de koyunun sayısının fazla olması ve üretim açısından büyük bir potansiyele sahip olduğu için seçtiklerini anlattı.

Yeni Einstein'ler

İnsanlığa aspirin, roket bilimleri, kuantum fiziği ve dizel motoru armağan etse de bilim dünyasındaki zafer günleri geçmişte kalan Almanya, açığı kapatmak için yeni Einsteinlar arayışına girdi.

Onlarca yıldır araştırma ve geliştirme çalışmalarına az yatırım yapılması ve Nazilerin 'seçkin ırka' yaptıkları vurgu nedeniyle seçkinliğin hor görülmesinin getirdiği sıkıntılar, dünyanın üçüncü büyük ekonomisi olan Almanya'nın bilimsel gelişme alanında rakip ülkelerin gerisinde kalmasına neden oldu.

Dünyanın en iyi 100 üniversitesi içinde sadece 3 Alman üniversitesi var ve en üst sıradaki Alman üniversitesi olan Münih Üniversitesi sıralamada 48'inci durumda.

Bununla birlikte, geçen ay biri fizikçi, biri kimyacı iki Alman bilimadamının Nobel Ödülü kazanması umutları artırdı.

Ülkenin en eski ve en saygın eğitim kurumlarından biri olan Goettingen'deki Georg-August Üniversitesi Rektörü Kurt von Figura, umutların yükselmesini "Taze bir rüzgar esiyor" sözleriyle anlatıyor.

Kurt von Figura, uzun bir dönemde kaybedilen bilimsel alandaki ünü yeniden kazanmanın da yine çok uzun yıllar alacağını belirtiyor.

Alman üniversiteleri ve enstitülerindeki bilimadamları 1901 ile 1931 yılları arasında kimya dalında 15, fizik dalında 10 Nobel Ödülü almıştı ve bu sayıya başka hiçbir ülke ulaşamamıştı.

1984'den bu yana ise iki alanda Nobel kazanan ABD'li bilimadamlarının sayısı Alman bilimadamlarının sayısının neredeyse 10 katına çıktı.

ABD'nin gayri safi milli hasılasından yüksek eğitime harcadığı miktar neredeyse Almanya'nın iki katı, bu da ABD'ye doğru beyin göçüne neden oluyor. Alman iş dünyası ise bu durumdan endişeli.

Her alanda göstergeler endişe verici

Almanya'daki küçük ve orta ölçekli firmalarda araştırmacı açığının 2010 yılında 30 bini bulacağı belirtiliyor. Bu durumda, Almanya'nın 2005'te yüzde 2.49 olan gayri safi milli hasıladan araştırma ve geliştirmeye ayrılan miktarı, AB'nin koyduğu 2010'da yüzde 3'e çıkarma hedefini gerçekleştirememesi riskini ortaya çıkarıyor.

Almanya'nın araştırma geliştirme harcamalarının gayri safi milli hasılaya oranı AB ortalamasının üstünde, ancak ABD ve Japonya'nın altında bulunuyor. Patent başvurularına ilişkin gelişmeler de geleneksel olarak bu alanda liderlerden biri olan Almanya için endişe verici.

Son birkaç yılda Almanya bu konudaki üstünlüğünü Güney Kore ve Çin gibi ülkelere kaptırmış durumda. Almanya'da patent başvuruları 2000 yılında 53 bin ile en üst noktaya çıkarken, şimdi 48 bin 500'e düştü.

Çin ve Güney Kore'de son rakamlara göre patent başvuruları bu sayının yaklaşık iki katı, ABD ve Japonya'da ise 400 bin kadar. Uzmanlar, Almanya'da verilen patentlerin kalitesinin de kötüleşmekte olduğunu, çoğunun mühendislik gibi eskimekte olan endüstri alanlarında yoğunlaştığını, halbuki Çin, Japonya ve ABD gibi ülkelerde patentlerin, büyüme eğilimleri güçlü olan gelişmiş teknoloji alanlarında verildiğini belirtiyor.

Almanya'nın Ifo Ekonomi Enstitüsünden Ludger Wössmann, "Dünya ilerliyor, gerçi Almanya otomotiv ve mühendislik alanlarında hala lider, ama gelecekte hayati önemi sahip alanlarda geri kalıyoruz" diyor.

18 Kasım 2007

Bunları yeyin zayıflayın...

Greyfurt: Hiç greyfurt diyetini denediniz mi? Uzun araştırmalar sonucunda greyfurt kilo savaşçısı olarak ün kazandı. Son zamanlarda Kaliforniya Scripps Kliniği'ndeki bilim adamları greyfurdun etkileri üzerinde yaptıkları çalışmalarında yemekten önce yenilen yarım greyfurtun, kilo vermeye yardımcı olduğunu buldu. Buna göre greyfurt kapsülleri, greyfurt suları içmek ve greyfurt yemek kilo vermede çok etkili. Bu 3 şık arasında en iyi etkiyi gerçek greyfurt sağlıyor. Bunlara ek olarak greyfurt içerisinde kanserle savaşan liminoids ve lycopene içerir. Kırmızı greyfurt da insan vücudundaki kolesterol oranını düşürmeye yardımcı olur. Bir greyfurdun yarısı sadece 39 kaloridir.

Sardalya: Sardalya bu zamana kadar ki en sağlıklı besindir ve kilo vermek için çok iyi bir ortaktır. Her şeyden önce Sardalya protein yüklü bir besindir ve kan şekerini dengeleme özelliğine sahiptir. Tam ve yenilenmiş bir metabolizmaya sahip olmanızı sağlar. İkinci büyük deposu omega 3’ tür. Sadece kardiyovaküler bölgeyi güçlendirmekle kalmaz moral ve motivasyonunuzu yükseltmenizi sağlar. (İyi hissetiğiniz için abur cuburdan uzak durmaya başlarsınız.) Sardalya besin zincirinde türüne az rastlanacak derece zarar verici özelliği en az olan bir besindir.

Balkabağı: En iyi kilo verdirebilecek besinler arasındadır. Uzun süre konserve halinde saklanılmış balkabağında yüksek olanda lif vardır ve buna karşılık 40 kalori kadar düşük bir kalori oranına sahiptir. Uzun araştırmalar sonucunda elde edilen bilgilere göre, lifler insan sağlığı için çok önemlidir ve kilo düzenlenmesinde de büyük yararları bulunur. Balkabağı dünyada yetiştirilmesi en kolay sebzelerdendir. Tatlandırıcılarla tatlandırıp, bir tutam tarçın, badem ve hindistan cevizi ekleyerek kan sekerinizi düşürebilirsiniz.

Sığır eti: Et çok iyi bir diyet besinidir çünkü içinde antibiyotik, steroid ve hormon içermez. Eğer etten kendimizi sakınırsak kötü sonuçlarla karşılaşabiliriz. Yüksek protein diyetleri çeşitli sebeplerden dolayı kilo kaybına neden olur. İçerdiği protein metabolizmayı uyarır, daha uzun süre tok hissettirir ve iştahınızı azaltır. Ayrıca, sığır eti yüksek miktarda omega 3 içerir bu da size sağlıklı bir hayat kazandırır.

Yeşil çay: Besin değeri taşımayan bitki kilo vermenizi hızlandırır ve incelmemizde bize çok yardımcı olur. Yüksek oranda antioksidan içerir, kalp sağlığımızı destekler, sindirime yardımcı olarak kan şekerini ve vücut sıcaklığını ayarlar. Metabolizmayı hızlandırı, yağ oksidasyonunu artırır. Bu şekilde kilo vermemizde bize yardımcı olur. Bazı araştırmalara göre günde 5 fincan yeşil çay kilo vermek için sihirli bir dokunuş, rahatlamak için iyi bir yoldur.


Kripto'dan son ütü
Cidden yapı olarak çok zayıf birisi olduğum çevrem tarafından bilinir ve sinir bozucu bir şekilde devamlı söylenir.Sebebini buldum ben greyfurt ve ete bayılırım çaysız yaşayamam.Bundan sonra çaysız kahvaltılar etsiz kurban bayramları geçireceğim.Yer miyim yemez miyim bakalım. :)

Yanlı Haber mi O da ne?

Hollanda’da göçmen olarak yaşayan Fas asıllı Büşra ile evlenerek Müslüman oldu. İslamiyet’i seçmeden önce hızlı yaşayan Robin için İslamiyet yeni bir hayat tarzını da getirdi.
18 Kasım 2007 18:37
Yazı boyutunu büyütmek için
İslamiyetle doğan bir futbol yıldızı

BAYRAM KAYA'nın haberi

Birkaç sezon öncesine kadar Hollandalı yıldızların en az transfer edildiği ülke İngiltere idi. Ancak Arsenal’in Denis Bergkamp ve Mark Overmars’tan istediği verimi almasıyla birlikte genç yıldızlara da ada yolu gözüktü.

Birkaç yıl içinde de İngiliz devleri Hollanda’dan transfer ettiği forvetlerle takımlarını üst sıralarda tutmayı başardı. İşin en ilginç yanı ise genç yıldızların, takımlarının bir anda prensi olmasıydı. Robin van Persie (Arsenal), Arjen Roben (Chelsea-Real Madrid), Dirk Kuyt, Ryan Babel (Liverpool) ve Van Der Saar (M.United) gibi isimler performanslarıyla takımlarına güç kattı. M.United’dan R.Madrid’e transfer olan Ruud Van Nistelrooy da attığı gollerle kırmızı şeytanların birçok başarısına imza atmıştı. Bunlar arasında biri var ki hem oynadığı oyunla hem de davranışlarıyla Fransız hoca Wenger’in kısa sürede prensi olmayı başardı. Adını andığımız kişi Robin van Persie’den başkası değil. Antrenmanlarda arkadaşlarının neşe kaynağı olan Arsenalli futbolcu, maçlarda ise rakip savunma oyuncularının en çok çekindiği krampon. O, en fazla para kazanan, onların tabiri ile yıldız bir oyuncuydu. Ama bu kadar masumiyet fazlaydı. Bunun üzerine giden Standart Evening gazetesi baklayı Persie’nin ağzından almayı başardı. Persie, Müslüman olduğunu açıklamıştı. Hollandalının Müslüman olması adada geniş yankı buldu. Persie, “Müslüman bir futbolcuyum. Ama beni sahadaki oyunumla değerlendirin. Özel hayatımı yansıtmayın.” diyerek gelecek eleştirilerin de önünü kapadı. İşin en güzel yanı da ada basınının yıldız oyuncunun özel hayatını bir daha gündeme getirmemesiydi. Çünkü İngilizler kişinin dinî hayatına saygı göstermenin bir ayrıcalık olduğunu bilen bir basın dünyasına sahip.


Devamı için-->

17 Kasım 2007

A da doping çıktı B'ye bakalım aa o da mı yuh artık.

Avrupa Şampiyonu ve Dünya İkincisi milli atlet Süreyya Ayhan’a yapılan son doping kontrollerinde numunelerinde 2 adet yasaklı madde bulundu.
Olimpiyat hazırlıklarını ABD’de sürdüren milli atletin antrenman sırasında kontrollerde bulunan WADA görevlilerinin aldığı A numunesine yapılan analizlerin de pozitif çıktığı belirlendi.
Süreyya Ayhan ve antrenörü Yücel Kop’un itirazı üzerine B numunesinin Kanada’da bulunan Doping Merkezi’nde yapılan incelemede de sonuç pozitif çıkınca, Milli sporcunun vücudunda doping maddesi olduğu kesinleşti.
Ayhan’ın idrar örneğinde 2 yasaklı madde tespit edilirken, bundan önce de doping numunesi vermediği için 2 yıl men cezası alan milli sporcu, uluslararası kurallara göre ömür boyu men cezası alacak.

SÜREYYA AYHAN

Konu ile ilgili AA muhabirine yazılı açıklamada bulanan Süreyya Ayhan ve Yücel Kop, "Aklı başında olan hiç bir sporcu bu yasaklı maddeleri yarışmaya 1 yıl kala kullanmaz, bize komplo kurdular" dedi.
Ayhan Kop’un açıklamaları şöyle:
"Antrenörüm ve eşim Yücel Kop’un yönetiminde ülkemizi yıllardır hasretini çektiği başarılara ulaştırdım. Golden ligler, Universiad, Akdeniz oyunları Avrupa ve Dünya atletizm şampiyonalarında ülkemi başarıyla temsil ederek, madalyalar aldım. Ülkemizde atletizm bayanlarda ilk ve tek altın madalyayı kazanan sporcu olma onurunu taşıyorum. 2004 senesinin başından itibaren Türkiye spor çevrelerinde bayanların spor yapmasına karşı olan kişiler belirdi. Aynı yıl WADA ile aramızda geçen tartışma ile ilgili kural ihlali (Adeta doping yapmışım gibi) benim 2 sene ceza almamla sonuçlandı. Bu olayda yanımda ne atletizm federasyon başkanı Mehmet Terzi, ne de genel müdür Mehmet Atalay’ın desteğini göremedim. Buna rağmen ülkemize hizmet etmek ilkesinden şaşmadım. Bu cezanın bitimine kadar kamplarımızı yurtdışında kendi imkanlarımızla yaptık. Cezanın sonrası dünya Atletizm şampiyonasına hazırlanmak için kamp talebim red edildi. Spor teşkilatımızın eşime sürekli soruşturma açması yüzünden emekli olmak zorunda kaldı. Uluslararası başarılı bir antrenör olmasına rağmen milli görev yapamaz yasağı getirildi. Atletizm federasyonu bizimle ilgili gerçek dışı haberlerle kamuoyunu yanılttı.
Telefon ve isimsiz bir takım kişilerden tehditler almaya başladık. 2007 Eylül ayında ise memuriyetime son verildi ve ekmeğim elimden alındı.
2007 Dünya Şampiyonasına Almanya’da hazırlanırken sakatlandım ve tedavi
gördüm. Bu tedavi Temmuz ayında ABD’ye geldikten sonra havuz ve mekanik çalışmalarla devam etti. Ben daha koşu antrenmanlarına başlamadan 8 Eylül’de WADA görevlileri benden idrar örneği aldı. 19 Ekim’de bana (A) numunesinde 2 yasaklı maddenin bulunduğu bildirildi. Bu 2 maddenin vücudumda bulunması bizi şoke etti ve inanamadık. WADA’ya itirazımızı yaparak B numunesinin açılmasını talep ettik. Ne yazık ki B numunesi de pozitif çıktı. Aklı başında hiç bir sporcu bu yasaklı maddeleri yarışmaya 1 yıl kala kullanmaz. Yıllardır içtiğim sıvıyı yediğim yemeği titizlik kontrol ederiz ve bu yasaklı maddelerden kendimizi korumaya çalışırız. Maalesef bizim kontrolümüzün dışında bir anlık dalgınlığımızdan yararlanarak içeceğime veya yiyeceğime bu maddeler bulaştırıldı. Benim 2008 yılındaki olimpiyatlarda koşmamı engellemek için maddi manevi herşeyi yapmaktan çekinmeyen, kendi çıkarlarını ülke çıkarlarından üstün tutan zayıf, iğrenç ve korkak bir takım kişiler benim bu olimpiyatlara katılmama engel oldular. Bu olay bana ve eşime yapılmış en büyük haksızlıktır. Ben ve eşim vicdanen müsterihiz. Bunları yapanlar elbette bir gün Türk adaletine hesap vermek zorunda kalacaktır.


Kripto'dan son ütü
Gerçekten bir aralar çok konuşuldu bu.Disiplinsizlik var deniyordu hatta Ayhan haberlere çıkıp devlet bize aylık 50 ytl harç ödüyor onunla nasıl antrenman yapılır gibisinden bir açıklama yapmıştı.
Ne kadar doğru ne kadar yanlış tabiki bilinmiyor ama tek gerçek var artık ortada tartışılacak bir Ayhan yok.

Her şeyde vardır bir hayır demek geliyor içimden ama kötü sonların hayrı kimedir sorusuna cevap bulamıyorum...

Büyük İddia

İddia konusunun ne olduğuna geçmeden önce mevzuyla doğrudan bağlantılı önemli bir iki not aktaralım.

Kim derdi ki gün gelecek, vatandaşları daha uzun yaşamaya başladı diye devletler büyük sıkıntı çekecek. İnsan ömrünün uzaması gelişmiş ülkelerin başına dert olacak.

Uzun yaşam demek, emeklilik sonrası daha uzun yıllar emekli maaşı almak demek. Mesela Fransa’da ortalama ömür kadınlarda 83, erkeklerde 75, ortalamada 79’a dayandı. Birçok gelişmiş ülkede olduğu gibi Fransa’da sosyal güvenlik kurumları batma riski altında. Emeklilik yaşı tehir edilmezse bu açmazdan kurtulmak imkânsız gibi... Fakat seçilmiş iktidarlar tarafından böyle bir karar olmak hiçte kolay değil.

Biliyorsunuz Fransa son günlerde büyük grev dalgalarıyla sarsılıyor. Nedeni ortada. Fransa’da hükümet, ulaşım ve enerji sektöründe çalışanların daha önce kendilerine tanınan erken emeklilik sistemini değiştirmek ve daha fazla prim yatırmaları yönünde çalışma başlattı. Sektör çalışanları ayaklandı. Fransa'da 1995'te yaşanan üç haftalık grev, dönemin başbakanı Alain Juppe'nin istifasına yol açmıştı.

Fransa’da Hükümet, vatandaşlarını daha geç emekli ederek ülkenin geleceğini kurtarmakla, ben iktidarımı sürdüreyim de, varsın ülkenin geleceği kararsın seçeneklerinden birini seçmek zorunda kaldı. Hükümet kendi durumunu riske sokma pahasına ülkenin geleceğini seçti ve geri adım atmayacağını açıkladı. (Bu arada şunu da hatırlatalım. Demirel 1991 seçimlerini erken emeklilik vaat ederek kazandı. O günden sonra sosyal güvenlik kurumları çöktü. Emeklilerin aldığı maaş da ortada. Aradaki farkı ve takdiri sizlere bırakıyorum.)

Yazının başında ne demiştik. İnsan ömrünün uzaması ülkelerin başına büyük sorun açtı. Üstelik İngiltere'de Oxford Üniversitesi'nde düzenlenen "uzun yaşam" konferansında bir araya gelen uzmanlar, insan ömrünün uzamakla kalmadığını, uzama hızının da süratle arttığını söylüyorlar. Yani gidişat gelecekte daha da vahim boyutlara ulaşabilecek düzeyde. Devletlerin vatandaşlarının uzun yaşamasına sevinemeyecek duruma gelmesi ne garip değil mi? Ama gerçek bu.

Büyük iddia…

İşte bu konudaki tartışmalar sürüp giderken, iki bilim adamı tam 500 Milyon dolarlık iddiaya girdi.

Laf olsun torba dolsun cinsinden bir iddia değil bu. İddialarını noter huzurunda belgelendirdiler ve bir sözleşme haline getirdiler.

İddianın konusu ise tüm insanları yakından ilgilendiriyor; GELECEKTE İNSANLAR NE KADAR YAŞAYACAKLAR?

İddiaya giren isimler alanlarında dünyanın saygın bilim adamları.

—Neden yaşlanıyoruz?’ kitabının yazarı Idoha Üniversitesi'nden Profesör Steven Austed ile,

—Ölümsüzlük Araştırması’ kitabının yazarı Illinois Üniversitesi Profesörlerinden S.Jay Olshansky.

Üzgünüz ama şu an hayatta olanların hiçbiri bu iddiayı kimin kazanacağını büyük ihtimalle öğrenemeyecek. Çünkü iddia 1 Ocak 2150 yılında sonuçlanacak. Yani 142 yıl 1 ay 15 gün sonra. Bugün doğanlar bile, iddia sonuçlandığında 142 yaşında olacaklar.

İddianın konusu ise şu; Prof. Austed, 2150 yılına gelindiğinde 150 yaşında insana rastlanacağını ileri sürerken, Profesör Olshansky, insan ömrünün üst sınırının en fazla 130 olacağını iddia ediyor.

İki bilim adamı kendilerinden o kadar eminler ki, 500 Milyon dolarlık iddia için hiç tereddüt etmeden sözleşme imzaladılar. Sözleşme gereğince önce 1 Ocak 2001’de bir banka hesabı açıldı. Yaşarken kendileri, öldükten sonra da varisleri tarafından her ay 150'şer dolar yatırılması kararlaştırıldı. 7. yılını doldurmak üzere olan büyük iddiada bugüne kadar paralar eksiksiz yatırıldı.

1 Ocak 2150 tarihine gelindiğinde, Amerikan Gelişen Bilimler Akademisi'nden 3 bilim adamı, dünyanın en uzun yaşayan insanını resmi belgelerle kanıtlayacak ve bahsi kazanan bilim adamının mirasçılarına hesapta toplanan 500 milyon dolar teslim edilecek. O tarihte bahsi kazanan bilim adamının yasal mirasçılarının bulunamaması halinde, biriken para üniversitelere bağışlanacak.

Bu arada uzun yaşayarak yarışmanın sonucunu görmek isteyenler için birkaç tüyo verelim (!). Amerikan Michigan Üniversitesi'nden Richard Miller, sadece kalori tüketimini azaltarak ömrün yüzde 40 uzatabileceğini tespit etmiş. Cambridge Üniversitesi'nden Aubrey de Grey, 30–40 yıl içerisinde doğal yollardan ölümün yenileceğini, yaşlılığın da unutulacağını savunuyor. Bilim adamları üst sınır olarak 120 yaşın yakında aşılacağını ve 150 yıl yaşamanın hayal olmadığını savunuyorlar.

Böyle giderse, gençler denilince akla herhalde 50’li yaşlar gelecek. 75-100’lü yaşlar orta yaş, 100’ün üzeri ihtiyarlık dönemi sayılacak.

Ne dersiniz? 2150 yılına geldiğinde en uzun ömürlü insan kaç yaşında olur acaba? Sizce iddiayı kim kazanır?

Osman Özsoy...

Sabit Debi İle Akan Akarsuyun Harmonisi

Biraz fizik,biraz coğrafya hafiftende matematik kattım bugun dünyama.Öyle ki katmak ne kelime resmen harmanladım kendimi bu 3 dal ile kendimi.Günlerimi ayırdım artık Pazartesilerim Matematik,Salılarım Fizik,Çarşambalarım Kimya,Perşembelerim Bioloji,Cumalarım ise Geometri belki mecburiyet belkide yaptıkça yapası gelmekti beni böyle yapmaya iten tam bilmiyorum ama artık böyle.

Günde 150 200 soru çözmekte ne var diyorum artık.Tek sorunum zaman herşeyin ilacı olduğu gibi herşeyinde katili zaman olabiliyor.Günde 500 soru çözerim lakin günün saatlerinde oynama yapmam gerekir.

Bazı şeylerden vazgeçememek ileride vazgeçemediğiniz şeyden zorunlu olarak uzaklaşmanıza neden olabilir.İstisna oluşturan kaideler nadahil.İstediğiniz şey için öncelikle istemediklerinizi denemelisiniz.Zorluklar sizi istediğiniz şeye gitmede daha hırslandıracaktır ama seviyeyi kaçırmadan.

Özleyin beni anacım...
Tam yerine rast geldi manzara koydum...

Yeni Örümcekler...

Avrupa'ya 150 yıldan bu yana 87 yeni tür örümceğin yerleştiği açıklandı.

Bern Üniversitesi Zooloji Enstitüsü araştırmacıları tarafından yapılan ve yayımlanan bir çalışmada, her iki yılda bir Avrupa'ya yeni bir tür örümcek geldiği ve yakında ise her yıl bir örümcek rakamına ulaşılacağı belirtildi.

Tür artışının dünya ticaretinin yoğunluk kazanmasıyla gerçekleşeceği vurgulanan çalışmada genellikle Asya ülkelerinden gelen örümceklerin yerli örümceklere nazaran daha büyük olduğu kaydedildi.

Bunun nedeni 'yolculuğun stresine' büyük boy örümceklerin daha iyi dayanabilmesi olarak açıklanırken, yakın bir gelecekte her yıl yeni bir tür örümceğin Avrupa'ya gelmesinin beklendiğinin altı çizildi.

Avrupa'da iklimin değişmesinin Asya'dan gelen örümceklere daha iyi bir yaşam koşulu sunduğu da belirtilen çalışmada, yeni türlerin gelişinin tehlikeli olabileceği de ima edildi.

Çalışmada, şimdiye kadar Avrupa'da zehirli örümceğe rastlanmadığı da kaydedildi.

13 Kasım 2007

Ayıların Soyları Tükeniyor Mu?

Dünyadaki sekiz ayı türünden altısının soyu tükenme tehlikesi içinde bulunuyor.

Dünya Koruma Birliği, 'güneş ayısı'nın da soyları tükenme tehlikesi içindeki türlerin yer aldığı 'Kırmızı Liste'ye dahil edildiğini açıkladı.

Güneş ayısının soyunu tehlikeye sokan unsurlardan birinin, Çin'de avcılar tarafından, hastalıkların tedavisinde kullanılan safra için öldürülmesi olduğu belirtildi.

Birliğin güneş ayısı uzmanı Ron Steinmetz, güneş ayılarının nüfusunun son 30 yılda yüzde 30 oranında azaldığını tahmin ettiklerini söyledi.

Dünya Koruma Birliği uzmanlaarından Simon Stuart da, "Sayıları artan siyah Amerikan ayısı dışında, tüm ayı türleri için durum kötüye gidiyor" dedi.

Siyah Amerikan ayısının yanı sıra Kırmızı Liste'nin dışında kalan diğer ayı türünün, Avrupa'dan Alaska'ya kadar birçok yerde yaşayan boz ayı olduğu bildirildi.

Uzmanlar, pandaların da koruma çabalarına karşın soylarının tükenmesi tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını söyledi.

Güneydoğu Asya'nın tropikal yağmur ormanlarında yaşayan güneş ayısı, dünyadaki ayıların en küçüğü ve çok iyi bir tırmanıcı olarak biliniyor.

Malaya ayısı veya tropikal ayı isimleriyle de anılan bu ayı türünün göğsünde nal biçiminde sarımsı-turuncu bir leke bulunuyor.


Bu kadar çok ismini andığımız bir hayvanın türünün tehlikede olamsı ne akdar şaşırtıcı.Boşuna dememişler ayı yavrusunu severken öldürürmüş.Sevdik hayvanları ama öldürerek...

Meyve Sinekleri Kimlerdir Nedir?

Bilimadamları, 12 çeşit meyve sineğinin kapsamlı gen haritasını çözdü. Çalışmanın insan geniyle ilgili araştırmalara da ışık tutması bekleniyor.

Dünyanın en önemli araştırma enstitülerinden Massachusetts Institute of Technology'den yapılan açıklamaya göre, Latince adı Drosopohile olan meyve sinekleri ile ilgili araştırma yapan bilimadamları, karşılaştırma yöntemi ile 12 meyve sineği çeşidinin gen haritasını inceledi.

Araştırmacılar, milyonlarca yıllık evrim içerisinde meyve sineklerinin biyolojisinin nasıl değiştiğini ve genlerin yaşam koşullarına göre nasıl mutasyona uğradığını tespit etmek için çalışırken, bazı genlerin evrim tarafından değişmeden tutulduğunu, ancak bazı genlerin de çevre koşullarına göre değiştiğini fark etti.

Evrim tarafından tutulan genler ile değişen genlerin kıyaslamasını yapmak isteyen araştırmacılar 12 meyve sineğinin de DNA dizilerindeki değişimleri karşılaştırdı.

DNA'yı oluşturan harf dizelerini inceleyen araştırmacılar, hangi dizelerin mutasyona uğradığını hangilerinin değişmediğini tespit etti ve meyve sineklerinin kapsamlı gen haritasını çıkardı.

Çalışmaların, insan geniyle ilgili araştırmalara da ışık tutması bekleniyor.

10 Kasım 2007

İsminin Tam bilinemezliğinden Çeken İş Hanı

Bizim oturduğumuz yere yakın bir yerde bir iş hanı var daha doğrusu merkezi diyelim baya lüks ve büyük bir yer.
Asıl adını tam olarak bilmiyorum.Otobüs durağında adı Orcaner diye geçiyor.Soranlara ben otobüsten Orcaner durağında iniyorum diyorum.
Ama Gsm hattımda ordaki baz istasyonundan çekiyor ve o ise Orjinal diye isimlendirmiş.
Tam kesin kararımı veriyorum diyorum Gsm operatörü neden yanlış versin ismini.
Daha sonra oraya Orjinal diyen sadece benim Gsm hattım oldugunun farkına varıyorum.Farklı bir Gsm operatörü oraya Orjaner demiş.

Kalıyorum ne bunun tam adı diye.Gariptir ki iş merkezi olduğu konusunda da şüphelerim var.Açıkçası hiç görmedim tam olarak kimse demedi aha orcaner,orjinal,orjinler,orjaner burası diye.Ben tahmin ettim etrafta baz istasyonu kurulabilecek tek alan orası.Genelde de iş merkezleri ve dükkanlar var.
Yanımdan geen insanların konuşmalarıda orjanerde iniyorum gibi olunca karar kıldım bu adını tam bilmediğim yer burası diye.

Şuan 4 ismi var. Benim Gsm operatörüme göre Orjinal bir diğerine göre Orjaner otobüs duraklarına göre Orcaner babama göre ise Orjinler (analitikçi değildir özel kuryedir bir yanlış anlama olmasın) :) Orjin ile uzaktan yakından alakası yoktur yani.

Her neyse ben bu ismini bilmediğim hatta neresi olduğu konusunda tereddütlerimin olduğu yerde her gün sabah okula gitmek için otobüse biniyorum eve gelirkende iniyorum.

Sorun yaratıyor mu hayır çünkü artık herkes oranın ismini 4 tane biliyor.

Mutlu yarınlar,kalabalık sünnetler,ağlamaklı cenazeler,krampsız yüzme egzersizleri,detonesiz müzik ve kıymasız musakka diliyorum sizlere...

9 Kasım 2007

Görebildiğimiz sadece %5'i

TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi (TUG) Müdürü Prof. Dr. Zeki Eker, gökyüzüne bakan bir kişinin çıplak gözle yaklaşık bin yıldızı görebileceğini belirterek, ışık kirliliği yüzünden büyük şehirlerde yaşayan insanların gökyüzünde gördükleri yıldız sayısının 50'yi geçmediğini bildirdi.

Prof. Dr. Zeki Eker, tarihte insanların yaşamlarını yıldızlara göre düzenlediklerini, Suudi Arabistan gibi çöl ülkelerinde yolculukların geceleri yıldızlara bakılarak yapıldığını anlattı.

Eker, "Gökyüzünde takım yıldızları arasında hareket eden gök cisimleri var. Güneş, Ay, Mars, Merkür, Venüs, Jüpiter gibi. İnsanlar gökyüzünde gördükleri hareketli cisimlerin yıldızlardan farklı olduğunu anlamışlar ve onları tanrı olarak isimlendirmişler. Mars'a savaş, Venüs'e güzellik tanrısı demişler. Bütün tanrılara gün vermişler. Bu izler günümüzde de hala var. İngilizce'de Wednesday, Venüs günü, Saturday, Satürn günü demek" dedi.

Zeki Eker, MÖ 3. yüzyılda yaşayan Yunan gökbilimci Hiparkos'un yaptığı gökyüzü haritasında yaklaşık 900 yıldızın ismine yer verdiğini belirtti.

Ortaçağ'da bu sayının bine çıktığına dikkati çeken Eker, "Aslında gökyüzüne bakan bir kişinin yaklaşık bin yıldız görmesi lazım. Ancak günümüzde ışık kirliliği yüzünden büyük şehirlerde yaşayan insanların gördükleri yıldız sayısı 40'ı, 50'yi geçmez" dedi.

Işık kirliliği yüzünden gökyüzündeki yıldızların yeteri kadar görülemediğine dikkati çeken Eker, çocukların da gökyüzünden çok televizyon ve bilgisayar ile ilgilendiğini ifade etti.

Zeki Eker, ABD'de gençlerin sosyal bilimlere olan ilgisini fen bilimlerine çekmek için 1970'lerde "Star" adı altında bir proje yürütüldüğünü belirterek, Türkiye'de de çocukların ve gençlerin gökyüzüne olan ilgisini değerlendirip fen bilimlerine olan ilginin artırılabileceğini kaydetti.

7 Kasım 2007

Hafızada ki kargacık burgacıklık...

Sabahları evden çıkarken hep birşeyler ısmarlarlar.Akşama şeker almayı unutma.Sabah tamam derim akşama ise unuttuğum zaman,elimi garipçe anlıma vurarak aaa unuttum der geçerdim.Artık alışmıştım.
Taa ki bir gün yine bana birşey ısmarlanmıştı ki yine unuttum eve geldiğimde akşam babam sordu
-Aldın mı şekeri?
Bu sefer babam anlamış olacak ki alaylı bir şekilde kalktı ayağa anlıma vurdu ve
-AAAAA unutmuş dedi.
Utandım ve artık unutmamam gerektiğini anladım.
Ertesi sabah yine kalktım ve evden çıkıyordum ki tam o sırada annem
-Akşama patates al.Dedi.
-Tamam.Dedim
Arkasından babaannem
-Oğlum çamaşır deterjanı da bitmiş.
Babam
-Hayta çayla,kahve almayı unutma.
Sonra kapıdan çıkıyordum ki balkon kapısı açıldı.Teyzem
-Kuzum ya kıymada al akşama bi köfte yapalım tamam mı.
Kapının önünde ayakkabılarımın bağcıklarını bağlarken kapının yanındaki odanın camı açıldı ve yine annem
-Oğlum unutmuşum ya küçük odanın ampulu patlamış ona da bir ampul alıver,ama kardeşin sarı renk lambada uyuyamıyor gece lambası gibi olsun ama odaya karaltı yapmasın renkli bir lamba alıver.

Sokaktan koşar adımlarla çıkarken kurtuldum diyecektim ki arkamdan veletler koşturdular ve önümü kestiler.
-Baban 5 tane maden suyu ve 6 ekmek almanı söyledi.Dediler.

Balkon gözüküyordu o köşeden.Babaannem tekrar çıkarak;
-Evladım don lastiği de alıver.Ama geçen seferkinden olmasın onlar çabuk kopuyor.Diye haykırdı.

Bense kafamda don lastikleri şekerli lambalar kıymalı maden suları ile yoluma devam ettim.Bütün gün aklımdan çıkmadılar.Sabah müdür odama geldi ve bana dedi ki
-Bu yazı ne?
-Nesi var müdür bey?
-Al bir oku bakalım.
Aldım yazıyı ve okumaya başladım aynen şöyle yazıyordu.

Sabah yazdığım yazıydı bu.Devlet dairesine bir dilekçe yazmıştım.Aslında işim de oydu benim.Dilekçe yazmak.Neyse okuyayım.

...................Müdürlüğüne

Hüyt ilinin güzide Hayda ilçesinde oturmakta olan ben deniz Kerim Kovalak.Bazı rahatsız olduğum durumlardan şikayetçiyim.Bu husuları aşağıda ayrıntılı olarak belirtiyorum.
Kıymalarımız artık 2 kere çekilmiyorlar,eskisi gibi özen gösterilmiyor bu kıymalara.Yağlı yağlı kalıyor.Kıyma demeye bin şahit lazım.Bu gece lambaları normal ampuller kadar elektrik harcıyorlar fakat onlar kadar aydınlatmıyorlar rengi farklı uyurken kısılan ama ortalığıda alacakaranlık yapmayan bir lamba istiyoruz.Artık don lastiklerinin daha sağlam olmasını istiyorum zira babaannem bundan şikayetçi bu kadının kaçıncı don lastiği.
Yukarıda belirttiğim husularda gereklerinin yapılmasını belediyenizden arz ederim.

Saygılarımla Kerim Kovalak.

"yukarıda yazdığım dilekçenin aslı bir yol yapım çalışması şikayet dilekçesidir.Fakat o kadar çok unutmamayı istemişim ki babamın,halamın,babaannemin,annemin,teyzemin ve veletlerin dediklerini buraya dökmüşüm hafızamı."

Müdür suratıma bakarak
-Nedir bunu açıklaması.
-Nasıl dikkat etmezsin.Dedi.
-Hayır sen dikkat etmedin yazı işlerinin elinden nasıl geçti onuda anlamadım.
İşte bu saçmalık dedim.
-Yazı işlerinden geçti şefinizden nasıl kaçtı bu onuda çözemedim.
İşte bu rezalet dedim.
-Şefinizde görmedi ama müdür yardımcısının masasından nasıl imzalandı da geçti bu yuh artık.
İşte bu tam bir felaket dedim.
-Müdür yardımcısından geçti peki ben nasıl göremedimde bunu imzalayarak Bakanlığa yolladım.
İiiy ii işte bu mükemmel dedim.
İşyerinde ki arkadaşlar eyvah bittik biz demeye başladılar.Kovulduk demeler ve iş aramalar başlamıştı bile.

Allahtan bakanlık görmüşte uyarmış geri göndermiş.Yoksa yarın sabah gazetelerde yazı işlerinden anlayan 100 memur alımı olacaktır diye bir ilan görebilirdiniz.

Aziz Nesin (Kıssanın aklımda kalanlarını yazdım)

İsteyerek Yapamamak,Yaptırtılamamak

Düşünün birşeyi o kadar çok istiyorsunuz ki uğruna ondan sonra bunu istiyorum şeklinde sıraladığınız bütün şeylerden vazgeçermeniz gerekse.Yani bir şeyi kazanmak için neredeyse herşeyi kaybetmek size verilse ne yapardınız?

İsteyerek yapamamak bu soruya bağlıdır biraz.Birşeyi yapmak için en başta istemek gerekir,istedikten sonra şartların olgunlaşması lazımdır.Asıl büyük sorunda işte buradadır.Gerek maddi gerekse manevi sorunlar bu şartları olgunlaştırmada hiç yardımcı olmazlar.Hiç bir zaman herşey tıkırında gitmez.Aslında istediğiniz gibi gitmez.İnsan iyiyi ister çünkü.
Çok istediğiniz bir eğitimi parasızlık yüzünden alamayabilirsiniz.Veya size yararı olacağını düşündüğünüz bir teknolojik aleti parasızlık yüzünden alamayabilirsiniz.İşte tam burda,alamamanız yanlış gitmiş anlamına mı geliyor.?...

Kepeğe Son mu?

Uluslararası bilimadamları ekibi, kepeğe neden olan mantarın (fungus) genetik şifresini çözmeyi başardı.

'Malassezia globosa' adı verilen mantarın gen yapısının ayrıntılı biçimde bilinmesinin, sorunun ortaya çıkmasını engelleyecek daha etkili tedaviler geliştirilmesinde yardımcı olması bekleniyor.

İnsan cildinde yaşayan ve beslenen bu mantarın kaşınmaya ve duruma bağlı olarak pul pul dökülmeye neden olduğunu belirten araştırmacılar, insanların yarısının kepek sorunu bulunduğunu ve erkeklerin daha fazla bu soruna maruz kaldığını kaydetti.

Proctor and Gamble firmasının desteğiyle yürütülen ve Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi'nin bilimsel yayınlarında yayımlanan araştırmaya katılan bilimadamları, insan kafasında ortalama 10 milyon globosa mantarı bulunduğunu belirtti.

Bilimadamları, genetik olarak mayayla bağlantılı olan fungusun, ciltte bulunan 'sebase' bezlerinin salgıladığı yağ, diğer bir deyişle cilt yağıyla beslendiğinin altını çizdi.

Yağ ve yağ üreten ölü hücrelerin kalıntılarından oluşan cilt yağı (sebum), saçın ve cildin korunmasına ve su geçirmez olmasına yarıyor, kurumasını, çatlamasını önlüyor.

Şifresi çözülen globosa mantarının sadece 4 bin 285 genden oluştuğu ve insan gen sayısının 300'de biri sayısına sahip en basit organizmalardan biri olduğu anlaşılırken, bu mantarın, yaşam için temel olan kendi yağ asitlerini üretme yeteneği bulunmadığı ve bu nedenle insan cilt yağına bağımlı olduğu belirlendi.

Araştırmacılar, bu fungusun 'lipase' adlı bir enzim üreterek kepeğe neden olduğunu, mantarın sebumu (cilt yağını) parçalamak için lipase adlı enzimi kullandığını ve böylece oleik asit denilen bir madde ürettiğini tespit etti.

Bunun derinin en üst katmanına girdiği ve deri hücrelerinin hassas ciltlerde daha hızlı bozulmasını tetikleyerek kepeğe neden olduğu ortaya çıktı.

Fungusun sekiz çeşit lipase ürettiği ve bunların her birinin proteininin yeni kepek tedavisi ilaçları geliştirilmesi için hedeflenebileceği düşünülüyor.

Araştırmacı Dr Thomas Dawson, bu mantarın gen haritasının çıkarılmasının, mantar ile insan etkileşimini anlayabilmek için harika fırsatlar yarattığını söyledi.

Bilimadamları, 5 yıl önce globosa mantarının kepeğe yol açtığını keşfetmişti. Ancak bu ana kadar üretilen medikal şampuanlar, mantar enfeksiyonunu kontrol altına alırken, yüzde 100 sonuç alamıyor.

Son 5 yıldır kepek sorunum vardı bende bunun gibi bir haberi bekliyormuşum yıllardır.
Sonunda o an ayağıma geldi ve haber oldu. :)
Kepeğe son artık omuzlarımdan beyaz beyaz birşeyler dökülmeyecek

4 Kasım 2007

Mercanlar Kurtulacak mı?

Karayipler'de suyosunlarının tehdidi altındaki mercanlar bölgede papağan balığı ve bazı denizkestanesi popülasyonunun artmasıyla kurtulabilecek.

İngiliz Nature dergisinde yayımlanan bir araştırma, Karayipler'dekimercan alanlarının 20 yıldan fazla süredir Allen (1980) ve Gilbert (1988) kasırgaları ve suyosunlarını yiyen Diadema antillarum türü denizkestanelerinin toplu ölümü nedeniyle zarar gördüklerini ortaya koydu.

Araştırma, denizkestaneleri ve papağan balıklarının, mercan kayalarınıLobophora ve Dictyota türü suyosunlarından kurtararak, resiflerin yeniden çoğalmasını sağlayabileceğini gösterdi.

İngiltere'nin Exeter Üniversitesi'nden Peter Mumby ve ekibinin verdiğiörneğe göre, papağan balıklarının avlanmaması bir resifin yaklaşık yüzde 40'ının devamını sağlayabilir, bu balıkların fazla avlanmasıysa temizlenmiş mercan kaylıklarının oranını yüzde 5'e indirebilir.

1979'da, 36 yıldır hiçbir kasırganın vurmadığı Jameyka'da mercanların resiflerin yüzde 75'ini oluşturduğunu hatırlatan bilimadamları,1980'deki Allen kasırgası nedeniyle bu oranın yüzde 38'e indiğini vurguladı.

Denizkestaneleri sayesinde mercanların durumunun düzelmesiyle bu oranın
yüzde 44'e çıktığını belirten bilimadamları, denizkestanelerinin 1983'de yok olması ve papağan balıklarının fazla avlanması nedeniyle suyosunlarının arttığına, 1993'te mercanlı resif alanlarının oranının yüzde 5'e indiğine dikkat çekti.

Doğayı Sevmek?

Herkes mutlaka bir kaç kez de olsa temiz hava koklamıştır.(bu ne şimdi diyenlere temiz hava koklamadıklarını söylemek isterim)
Temiz hava koklamak çok farklıdır.Çünkü temiz hava koklarken başka birşey yapılmaz çünkü herşey gereksiz kalır yanında.Konuşmak boşunadır.Sadece kirletmektir havayı fazladan.

Kavak ağaçlarının sıralandığı bir toprak yoldan geçerken arkanızdan esen hafif bir rüzgar kavak yapraklarını yola düşürür ve sizde onları seyredersiniz işte mutluluk veren bir tablo.
Herşeyin doğal olduğu ortamlarda tabiki doğal yaşamda olacaktır.Yani hayvanlar.E hali ile onların dışkıları veya diğer olguları.Ortam o kadar doğal olacaktır ki size taze tezek koklamak bile zevk verecektir çünkü o pislik değil sadece hayvanın midesinin eritemediği bir artık oalrak gözükecektir.Cidden asıl sloganım olan "Sen Nereden Bakıyorsun" u burdada vurgulamak isterim.
O dışkıya ne gözle baktığınız önemlidir.Sizi mutlu eder eğer güzel bakabilirseniz.Tiksinmekte doğaldır yanlış değildir fakat iyi hissetmek istiyorsanız iyi bakmalısınız.

Sessizlik vardır doğanın içinde.Kuş sesleri oluşturur sessizliği.Dallar sallandıkça oluşur sessizlik.
Oturun bir tahta sandalyeye ve kafanızı yukarı kaldırın bulutlar gözükecektir mutlaka o uzun kavak ağaçları arasından.Her zaman mavidir,kar yağarken,yağmur yağarken veya yağması mümkün herşey birden aynı anda yağarken.
Hep huzur vericidir o gökyüzü.Aslında gökyüzü aynıdır fakat bakan insanlar farklı baktıkları için rengi değişmiştir.Etki tepkiden dolayı kötü bir gökyüzü bekleyerek bakarsanız oda kötü gözükür sizlere.
Bakmayı bilmek gerekir eğer mutlu olmak istiyorsak.Polyanna değiliz tabiki,ama abartmadan biraz polyanna olmada yarar var.

2 günlük hafta sonu tatilimden izlenimleri okudunuz.Manisa'nın bir ilçesi Salihli'nin Yenipazar köyünden ufak kareleri yazdım.Fotoğraflamak istemedim özenmeyin oralara diye çünkü sizin Yenipazar'ınız da vardır mutlaka.(Köy tavuğunu mutlaka yerinde görün ve yiyin.İlk ziyaretim değildir sadece uzun süredir farkında olduğum bir gerçektir bu)

2 Kasım 2007

İstemeden Birşeyleri Yapma Zorunluluğu

Olmuştur mutlaka yapmak istemediğiniz fakat mecbur olduğunuz şeyler.Düşünün bir kere siz istemiyorsanız size veya bir başkasına sizin düşünce yönetminizle bakıldığında ne yararı var.Bahsettiğim üşengeçlik değil,üşengeçlik zaten yanlış :)
Bahsettiğim zorunluluk fakat neden yapıyorum bunun tam açıklamasının olmaması.Körü körüne bağlı olmasanızda ucundan kenarından bağlı olduğunuz duruma uygun açıklaması olmayan şeyler yapıyorsunuzdur eminim.

Eminim ciddiyim.
Araştırmak geleni hemen kabul değil yorumdan geçirim kabul etmek.Mantık oluşturmak neden adım attığınızı bilmek her zaman güzeldir.Bilmeyenlere nzaran bilen insanlar daha iyi yerlerdedirler.
Neyi neden yaptığımızı bilmek her yapılana bir açıklama getirilip,cevapsız soru kalmaz ise ortada işte o zaman tamamdır.İstemeden birşeyleri yapma zorunluluğunuz kalmamıştır.
Anlam uyduramayanlara öneri:Çemberi genişleterek bakınız konuya.

İşte Performans Budur

ABD'li araştırmacılar, hiç durmadan 6 saat boyunca saatte 1.2 kilometre hızla koşabilen genetiği değiştirilmiş süper fareler yarattı.

ABD'deki Cleveland Case Western Reserve Üniversitesi biyokimya profesörlerinden Dr. Richard W. Hanson, Journal of Biological Chemistry'nin son sayısında yer alan yazısında, 6 saat durmadan 7 kilometreden fazla rekor bir hızla koşan bu süper farelerin metabolik olarak bisiklet şampiyonu Lance Armstrong'a benzediklerini söyledi.

Bu fareler doğada yaşayan benzerlerine oranla yüzde 60 oranında daha fazla yemek yiyor.

Hansen, farelerin zayıf ve tam formda kaldıklarını ve daha uzun süre yaşadıklarını anlattı.

Farelerin dişilerinin erkeklere oranla daha uzun süre yaşadıklarını da belirten Hansen, süper farelerin diğerlerine göre daha agresif olduklarını belirtti.

Olağanüstü fizyolojik nitelikler PEPCK-C (phosphoenolpyruvate carboxykinase cytosolique) enziminin üretiminde önemli rol oynayan bir genin aşırı oranda ortaya çıkarılmasına bağlı.

Hanson, ekibiyle birlikte PEKCK-C adı verilen bu yeni tür farenin, PEPCK-C enziminin iskeletteki kaslarla yağ dokularındaki metabolik ve fizyolojik işlevini anlamaya çalışmaya yönelik bir araştırma kapsamında yaratıldığını aktardı.

Laboratuvarında 500 kadar bulunan genetiği değiştirilimiş bu farelerin, PEPCK-C enziminin DNA'sının kopyası bulunan bir gen takviyesi yapılan 6 fareden türetildiğini belirten Hanson, PEPCK-C enziminin Case Western Reserve Üniversitesi'nde 1955 yılında keşfedildiğini de hatırlattı.