Kıyamet kopmak üzere ama, Cava Adası'nın Kinarejo köyünden 60 yaşındaki Udi yerinden kıpırdamıyor. Üstelik, Merapi Yanardağı'nın içten içe kızışan zirvesi, Kinarejo'dan sadece 4,5 kilometre uzaklıkta. Üstelik, zehirli gaz bulutları ve sismografların titrek çizgileri, her an gelebilecek bir patlamanın habercisi. Üstelik, hükümetin tahliye emri var. "Burada kendimi güvende hissediyorum," diyor Udi. "Kapı Koruyucusu gitmezse ben de gitmem."
Merapi doğuştan katil. Ormanlar ve tarlalara hemen hemen 3000 metre yukarılardan bakan zirvesiyle dünyanın en aktif ve tehlikeli yanardağları arasında. Adı, "ateş dağı" anlamına geliyor. 1930'daki patlamada 1300'ün üzerinde insanı öldürdü; daha az tehlikeli dönemlerinde dahi zirvesinin üzerinde gözdağı veren gaz bulutları geziniyor. Gümbürdemesi Mayıs 2006'da iyice artınca binlerce kişi, gönülsüzce de olsa, verimli yamaçları terk etti ve daha alçak ve güvenli yerlerdeki geçici kamplara yerleşti. Maymunlar dahi sürüler halinde aşağılara indi.
Ama Udi ve köylüleri yerlerinden kıpırdamadı. Onlar, göz kamaştırıcı takma dişlere sahip, mentollü sigara meraklısı seksenlik Mbah Marijan'ın, Merapi'nin Kapı Koruyucusu'nun işaretlerini takip ediyor. Marijan, Endonezya'da -aslına bakılırsa dünyanın herhangi bir yerinde- görülebilecek en tuhaf işlerden birine sahip. Omuzlarında, Udi gibi köylülerin ve ayrıca, 32 kilometre güneyde yer alan Yogyakarta kentinin 500.000 kişilik nüfusunun kaderini taşıyor. Merapi'nin zirvesinde yaşadığına inanılan dev canavarı sakinleştirecek olan ritüelleri yerine getirmek onun görevi. Ama bu kez ritüeller yeterli olmamış gibi. Uyarılar gitgide daha acil bir hal alıyor. Volkanbilimciler, üst düzey askerler, hatta Endonezya başkan yardımcısı dahi tahliye için Marijan'a yalvarıyor. O ise hiç düşünmeksizin reddediyor. "Benimle konuşmaya gelmek sizin göreviniz," diyor polise. "Benim görevim de burada kalmak."
Marijan'ın bu yaklaşımı nerede olsa intihar girişimi olarak algılanır. Ama hiperaktif Ateş Çemberi'nin batı ucuna uzanan, 17.500 adanın şekillendirdiği bir takımadadan oluşan Endonezya'da öyle değil. Büyük Okyanus çevresinde 40.000 kilometreyi aşkın bir alanda birbirleriyle çarpışan tektonik plaka ağlarının buluşma noktasındaki Ateş Çemberi, jeofiziksel şiddetle dolu bir bölge. Coğrafya, Endonezya'ya pek iyi davranmamış: Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar çok kişi bu kadar çok sayıda aktif yanardağ yakınında oturmuyor. Bir sayıma göre bu aktif yanardağların sayısı 129. Yalnızca Cava'da 120 milyon insan, 30'u aşkın yanardağın gölgesinde yaşıyor. Ve bu yakınlık, son 500 yıl içinde 140.000'den fazla insanın ölümüne neden oldu...
Hikayenin ve olayların cazibesine kapılıp bir parçası olası geliyor insanın yanası geliyor püsküren lavla birlikte boyut değiştiresi geliyor plazma olası geliyor...
30 Aralık 2007
Gaydırı Guppak
Süpernovalara gelesiceler.Kıkırdak sıvıları tükenesiceler.Vergilendirilmiş kazancı harcayamadan ölüp gidesiceler.
Katma değerlerde burnu sürtesiceler.
Köpüklü kahve içemeyesiceler.
Lale koklarken kokladığı lalenin içinden arı çıkıpta burnuna kaçıpta bununu sokupta şişipte iltihap kaplayıpta burnu tıkanıpta nefes darlığı çekesiceler.
Diyetisyene yemeğe verdiği paradan fazla para veresiceler.
Obeziteden yerlere yatasıcalar.
Ödleri anüslerinden çıkasıcalar.
İyi yıllar...
Yeni yılın ilk yorumuna hediyem olacak :)
Hoş hem yeni yılın hemde blogun ilk yorumu olacak ben beklerim ilk yorum 3 4 gün sonra gelse bile :)
Katma değerlerde burnu sürtesiceler.
Köpüklü kahve içemeyesiceler.
Lale koklarken kokladığı lalenin içinden arı çıkıpta burnuna kaçıpta bununu sokupta şişipte iltihap kaplayıpta burnu tıkanıpta nefes darlığı çekesiceler.
Diyetisyene yemeğe verdiği paradan fazla para veresiceler.
Obeziteden yerlere yatasıcalar.
Ödleri anüslerinden çıkasıcalar.
İyi yıllar...
Yeni yılın ilk yorumuna hediyem olacak :)
Hoş hem yeni yılın hemde blogun ilk yorumu olacak ben beklerim ilk yorum 3 4 gün sonra gelse bile :)
Adı yeni
Yeni nedir daha önce hiç olmayan ilk defa olacak olan mıdır yoksa şuankinden sıkıldığınız anda onun daha güzeline verdiğiniz isim midir?
Yeniler hep mutluluk sevgi ıvır zıvır getirsin denir aslında doğrudur yeniler anlıkta olsa hep yenilik getirmişlerdir.Yenisinin gelmesi sonsuz bir döngüye girmesi gerekir ki insan yeniden hep mutluluk alsın hep güzel görsün...
Şimdi yeni meni kripto yılbaşına bile el attı diyenler olmuştur ama naaapaaayım elimden gelen budur.Yılınızın başının kutlar ertesi gün erken kalkma zorunluluğunda olmanızı dilerim gerçekten ayrıcalık :)
Hadi iyi geceler...
Kovalent ,İyonik,metalik,apolar,Van Der Waals,Dipol-dipol falan filan yahu kimya sınavı vurdu galiba
Yeniler hep mutluluk sevgi ıvır zıvır getirsin denir aslında doğrudur yeniler anlıkta olsa hep yenilik getirmişlerdir.Yenisinin gelmesi sonsuz bir döngüye girmesi gerekir ki insan yeniden hep mutluluk alsın hep güzel görsün...
Şimdi yeni meni kripto yılbaşına bile el attı diyenler olmuştur ama naaapaaayım elimden gelen budur.Yılınızın başının kutlar ertesi gün erken kalkma zorunluluğunda olmanızı dilerim gerçekten ayrıcalık :)
Hadi iyi geceler...
Kovalent ,İyonik,metalik,apolar,Van Der Waals,Dipol-dipol falan filan yahu kimya sınavı vurdu galiba
24 Aralık 2007
Disco Partizan,Hello lidıl boys...
Klibi için fazla yorum yapmayacağım fakat müziğin ritmi güzel.Eserimiz Romen ve Almanya'da yaşayan birine aittir.Eserin güftesi müftesi her şeyini Shantel yazmıştır yapmıştır karalamıştır ya da her ne ise...
İyi seyirler.
İzedikten sonra!
Klip Türkiye'de çekilmiştir 2. izleyişinizde biraz daha güzel bulabilirsiniz hoş olmuş valahi beğendim baya.
Çekim yeri tam olarak kahve yanları,bakkal,züccaciye satıcıları,sokak araları,marangozlar,disco&bar falan filan yaaa...
Ha ha ha cargar música por favor
[Shiny Toy Guns"LE Disko"
İyi seyirler.
İzedikten sonra!
Klip Türkiye'de çekilmiştir 2. izleyişinizde biraz daha güzel bulabilirsiniz hoş olmuş valahi beğendim baya.
Çekim yeri tam olarak kahve yanları,bakkal,züccaciye satıcıları,sokak araları,marangozlar,disco&bar falan filan yaaa...
Ha ha ha cargar música por favor
[Shiny Toy Guns"LE Disko"
3 Km Tren mi olur
Dünyanın en uzun treni bu tam 3 km boyunda ,bu tren 3 km boyu ile dünya’nın en uzun treni imiş ve demir madeni taşıyormuş.
3- 4 tane General Motors 3300V lokomotif ile çalışan bu trenin herbiri 84 ton taşıyabilen 200 vagonu var ve senede 15,6 milyar ton demir madeni taşıyormuş.
Hala zaman zaman çalışmakta olan treni rahatça 3 dakika seyredebiliyorsunuz çünkü o bitmiyor devamlı önünüzden geçiyor...
200 basamaklı sayının 13. dereceden kökü
27 yaşındaki Alexis Lemaire kendisine ait dünya rekorunu kırdı. 200 basamaklı bir sayının 13. dereceden kökünü 70 saniyede hesaplayan Fransız Alexis London’s Science Museum de yapılan denemede bilgisayarın rassal olarak saptadığı 200 basamaklı bir sayının 13. dereceden kökünü 70 saniye de hesaplayarak kırılması zor bir rekora imza attı.
Alexis Fransa’da Reims üniversitesine devam ediyor ve tıpkı bir atlet gibi hergün beyin jimnastiği yaparak hazırlanıyor.
Hayt huyt,dımtıs,kem küm iyi akşamlar...
Alexis Fransa’da Reims üniversitesine devam ediyor ve tıpkı bir atlet gibi hergün beyin jimnastiği yaparak hazırlanıyor.
Hayt huyt,dımtıs,kem küm iyi akşamlar...
Cece Leclere
Bu adam sözde dünyanın en iyi görme yeteneğine sahip insan.İsviçreli bilim adamlarınca megavizyon olarak adlandırılan durumu var adamın.Adam üstün bir görme yeteneğine sahip ve insanları iç organlarına kadar görebiliyor,duvarların arkasını kalın perdelerin arkasını ve daha bir çok şeyin arkasındakini görebilme yeteneğine sahip bir eleman.
Fakat araştırmalarım gösterdi ki böyle biri yok.Google'da aradım Yahoo'da aradım daha nicelerinde aradım hepsinde"İsviçreli bilim adamlarınca megavizyon diye adlandırılan..." şeklinde bir metinle karşılaştım ve 1 tane yabancı kaynak isim benzerliğinden bile bulmadı.Ayrıca saçmalık şurda Cece ve Leclere adında iki farklı golfçü var birisi tutmuş bu ikisini birleştirmiş ve inanası gelmiş onu okuyan insanların,madem bu kadar önemli ve bilimsel bir olay da bunun adı neden saçma bir şekilde megavizyon ne alaka yahu...
Kitaplara yazılan bu saçmalığa inanan ve nasıl olur ya demeyen insanlara inanamıyorum.
Atmasyon haberleri bularak analiz ederek garşunuza goyacam yeniden görüşüncee deyin hoşcakalın.
Fakat araştırmalarım gösterdi ki böyle biri yok.Google'da aradım Yahoo'da aradım daha nicelerinde aradım hepsinde"İsviçreli bilim adamlarınca megavizyon diye adlandırılan..." şeklinde bir metinle karşılaştım ve 1 tane yabancı kaynak isim benzerliğinden bile bulmadı.Ayrıca saçmalık şurda Cece ve Leclere adında iki farklı golfçü var birisi tutmuş bu ikisini birleştirmiş ve inanası gelmiş onu okuyan insanların,madem bu kadar önemli ve bilimsel bir olay da bunun adı neden saçma bir şekilde megavizyon ne alaka yahu...
Kitaplara yazılan bu saçmalığa inanan ve nasıl olur ya demeyen insanlara inanamıyorum.
Atmasyon haberleri bularak analiz ederek garşunuza goyacam yeniden görüşüncee deyin hoşcakalın.
23 Aralık 2007
Kuşburnu,Kuşbaşı
Kuş ile alıp veremediklerimiz mi var,veya diğer isimlerini saçma sapan konularda kullandığımız hayvanlar hakkında.Geyik muhabbeti vb
Kuş farklı bir statüde bu ismini kullanma konusunda diğerlerinin vücut organları önemsenmezken kuşta baş ve burun ayrı ayrı alınarak isimleştirilmiş. İlginç doğrusu...
Kuşburnu kesilen et ve kuşbaşı çayı demek neden garip geliyor size kuşbaşı et kesimi nasıl olur kuşun başı gibi et kesebilen adam var mıdır dünyada.Ha kuşun başı gibi küçük olacak falan gibiyse ne canice bir benzetmedir o,kesiyorsun kuşun başı gibi
Kuşburnu çaya gelecek olursam ne alaka demekten kendimi zor alıyorum.Kuşburnu çayının yapıldığı bitkiye de baktım ben benzetemedim kuşun burnuna falan ayrıca ben kuşta burun bulamadım gaganın üstünde iki delik var o kadar.
Asıl kargaşayı neden kuşların organ bazında da geyiklerin varlıkları hakkında yorum yapan isimler ve deyimler bulunmuştur bu hem geyiğe haksızlık hemde doğal dengeyi bozmaya yönelik bir teşebbüstür.
İnanın bu yazıyı yazmak için 1.5 saat uğraştım sebebi ise elektrik voltajımızın düşmesi ve devamlı pc nin kapanması allahtan internet tarayıcım oturumumu kurtardı fakat ilk açılışta windowsumdan aldığım maviler beni pek mutlu etmedi demeliyim...
Küresel ısınmadan dolayı artık yavşak yetişmiyor,bitlerin soyu mu tükenecek!!!
101. yazım şerefine okuyan herkese bir sıkımlık diş macunu...
Kuş farklı bir statüde bu ismini kullanma konusunda diğerlerinin vücut organları önemsenmezken kuşta baş ve burun ayrı ayrı alınarak isimleştirilmiş. İlginç doğrusu...
Kuşburnu kesilen et ve kuşbaşı çayı demek neden garip geliyor size kuşbaşı et kesimi nasıl olur kuşun başı gibi et kesebilen adam var mıdır dünyada.Ha kuşun başı gibi küçük olacak falan gibiyse ne canice bir benzetmedir o,kesiyorsun kuşun başı gibi
Kuşburnu çaya gelecek olursam ne alaka demekten kendimi zor alıyorum.Kuşburnu çayının yapıldığı bitkiye de baktım ben benzetemedim kuşun burnuna falan ayrıca ben kuşta burun bulamadım gaganın üstünde iki delik var o kadar.
Asıl kargaşayı neden kuşların organ bazında da geyiklerin varlıkları hakkında yorum yapan isimler ve deyimler bulunmuştur bu hem geyiğe haksızlık hemde doğal dengeyi bozmaya yönelik bir teşebbüstür.
İnanın bu yazıyı yazmak için 1.5 saat uğraştım sebebi ise elektrik voltajımızın düşmesi ve devamlı pc nin kapanması allahtan internet tarayıcım oturumumu kurtardı fakat ilk açılışta windowsumdan aldığım maviler beni pek mutlu etmedi demeliyim...
Küresel ısınmadan dolayı artık yavşak yetişmiyor,bitlerin soyu mu tükenecek!!!
101. yazım şerefine okuyan herkese bir sıkımlık diş macunu...
22 Aralık 2007
Hızlı,Tren,Türk,Without Makinist!
İlginç mi geldi yoksa Kripto yine saçmalardan mantık yapıyor mu dediniz :)
Bknz:Peygamber develerinin çiftleşme döngüleri...
Elektronik yüksek mühendisi Sabahattin Çelik, saatte 105 kilometre hız yapabilen makinistsiz metro ve banliyö treni üretti.
TCDD Genel Müdürlüğü'nün Behiçbey tesislerinde 900 metrelik ray üzerinde deneme sürüşleri yapan Çelik, trenin özelliklerini anlattı.
Bütün vagonları lokomotif özelliğinde olan trenin tekerleklerinde bağımsız birer elektrikli servo motor bulunduğunu söyleyen Çelik, tekerleklerin birbirinden bağımsız olarak hareket edebildiğini belirtti.
Çelik, böylece, tekerleklerle ray arasındaki dinamik sürtünme en aza indiği için tekerlek ömrünün uzadığını ve aracın yol tutuşunun daha da arttığını kaydetti.
Ekonomik yönü...
Bağımsız tahrik edilen tekerlekler sayesinde araçların raydan çıkmasının önüne geçildiğini kaydeden Çelik, elektronik olarak kontrol edilen hız-tork karakteristiği ve hafif vagon tasarımı sayesinde aracın enerji tüketiminin benzer sistemlere göre en az yüzde 50 ekonomik olduğunu vurguladı.
Çelik, her biri 100 kişilik 3 vagonda 300 kişi taşınabileceğini, ayrıca bütün vagonların çekici özelliğe sahip olması nedeniyle araçların eğimlerde kaymadan tırmanma özelliğine sahip olduğunu belirtti.
Araçların dinamik fren sayesinde daha güvenli ve daha kısa mesafede durabildiğini, fren sırasında araçta bulunan bütün kinetik enerjinin, geri beslemeli fren sistemi sayesinde elektrik enerjisine dönüştürülerek daha sonra kullanılmak üzere depolandığını kaydeden Çelik, geri beslemeli dinamik fren sistemi sayesinde aracın arıza yapma olasılığının yanı sıra bakım masrafları ve işletme giderlerinin düştüğünü söyledi.
Çelik, benzer teknolojinin şehirlerarası yük treninde kullanılması halinde örneğin Ankara-İstanbul arasında 1 ton yükün taşıma maliyetinin 1 YTL'nin altına düşeceğini ifade etti.
Yük ve yolcu treni de yapılacak
Tekerlek çapı sadece 33 santimetre olan ve 100 yolcu taşıma kapasitesindeki vagonların 7 ton ağırlığında olduğunu ve akıllı motor sürücüleriyle donatıldığını anlatan Çelik, aracın geliştirilen program sayesinde makinistsiz olarak hareket edebildiğini, gerektiğinde bir sürücü tarafından da idare edilebileceğini belirtti.
Çelik, "Her biri kendinden tahrikli vagonlar sayesinde diziye istendiği kadar vagon ekleyip çıkarmak mümkün olacak. Başlangıçta sadece kent içi metro ve banliyö treni olarak tasarlanan araçların sürüş ve güvenlik testleri tamamlandıktan sonra şehirlerarası yolcu ve yük treni için prototip çalışmaları Ocak 2008 tarihinden itibaren başlatılacak" dedi.
"Şehirlerarası yük ve yolcu trenleri yolcu ve yük gereksinimine göre 1 ile 100 vagon arasında seçilebilecek" diyen Çelik, "Böylece ulaşım maliyetleri düşeceği gibi hizmet kalitesi de artacak" dedi.
Çelik, aracın avantajlarını şöyle sıraladı: Küçük tekerlek çapı, düz bandaj, hafif tasarım, paylaşımlı dinamik süspansiyon sistemi, bağımsız ve kontrollü tahrik sistemi, dinamik ve geri beslemeli fren sistemi, çok noktadan tahrik, yedeklemeli tahrik sistemi, düşük kesit, düşük maliyet, yerli üretim.
Yüzde 100 yerli
Aracın tasarım ve imalatının yüzde 100 yerli olduğunu kaydeden Çelik, "Ülkemizdeki düşük işçilik maliyetinden dolayı araç maliyetleri yurtdışı fiyatların en az birkaç katı altında olacak" diye konuştu.
Çelik, "İlk hedefimiz önümüzdeki yıldan itibaren başta Samsun-Çarşamba olmak üzere, demiryolu hattı mevcut olan ve hizmetten kaldırılan bölgelere uygun araçlar koyarak halka ekonomik, hızlı ve güvenli ulaşım hizmeti sunmak. 10 yıl içerisinde Türkiye'nin tamamında yerli trenlerin çalışması sağlanarak demiryolunun Türkiye genelinde yolcu ve yük taşıma payı en az birkaç kat artırılacak" dedi.
Tahriğin hat safhada olduğu bu denemelerde TCDD çalışanlarına zinadan kaçınmaları gerektiğini söylemeyi bir borç bilirim :)
Bknz:Peygamber develerinin çiftleşme döngüleri...
Elektronik yüksek mühendisi Sabahattin Çelik, saatte 105 kilometre hız yapabilen makinistsiz metro ve banliyö treni üretti.
TCDD Genel Müdürlüğü'nün Behiçbey tesislerinde 900 metrelik ray üzerinde deneme sürüşleri yapan Çelik, trenin özelliklerini anlattı.
Bütün vagonları lokomotif özelliğinde olan trenin tekerleklerinde bağımsız birer elektrikli servo motor bulunduğunu söyleyen Çelik, tekerleklerin birbirinden bağımsız olarak hareket edebildiğini belirtti.
Çelik, böylece, tekerleklerle ray arasındaki dinamik sürtünme en aza indiği için tekerlek ömrünün uzadığını ve aracın yol tutuşunun daha da arttığını kaydetti.
Ekonomik yönü...
Bağımsız tahrik edilen tekerlekler sayesinde araçların raydan çıkmasının önüne geçildiğini kaydeden Çelik, elektronik olarak kontrol edilen hız-tork karakteristiği ve hafif vagon tasarımı sayesinde aracın enerji tüketiminin benzer sistemlere göre en az yüzde 50 ekonomik olduğunu vurguladı.
Çelik, her biri 100 kişilik 3 vagonda 300 kişi taşınabileceğini, ayrıca bütün vagonların çekici özelliğe sahip olması nedeniyle araçların eğimlerde kaymadan tırmanma özelliğine sahip olduğunu belirtti.
Araçların dinamik fren sayesinde daha güvenli ve daha kısa mesafede durabildiğini, fren sırasında araçta bulunan bütün kinetik enerjinin, geri beslemeli fren sistemi sayesinde elektrik enerjisine dönüştürülerek daha sonra kullanılmak üzere depolandığını kaydeden Çelik, geri beslemeli dinamik fren sistemi sayesinde aracın arıza yapma olasılığının yanı sıra bakım masrafları ve işletme giderlerinin düştüğünü söyledi.
Çelik, benzer teknolojinin şehirlerarası yük treninde kullanılması halinde örneğin Ankara-İstanbul arasında 1 ton yükün taşıma maliyetinin 1 YTL'nin altına düşeceğini ifade etti.
Yük ve yolcu treni de yapılacak
Tekerlek çapı sadece 33 santimetre olan ve 100 yolcu taşıma kapasitesindeki vagonların 7 ton ağırlığında olduğunu ve akıllı motor sürücüleriyle donatıldığını anlatan Çelik, aracın geliştirilen program sayesinde makinistsiz olarak hareket edebildiğini, gerektiğinde bir sürücü tarafından da idare edilebileceğini belirtti.
Çelik, "Her biri kendinden tahrikli vagonlar sayesinde diziye istendiği kadar vagon ekleyip çıkarmak mümkün olacak. Başlangıçta sadece kent içi metro ve banliyö treni olarak tasarlanan araçların sürüş ve güvenlik testleri tamamlandıktan sonra şehirlerarası yolcu ve yük treni için prototip çalışmaları Ocak 2008 tarihinden itibaren başlatılacak" dedi.
"Şehirlerarası yük ve yolcu trenleri yolcu ve yük gereksinimine göre 1 ile 100 vagon arasında seçilebilecek" diyen Çelik, "Böylece ulaşım maliyetleri düşeceği gibi hizmet kalitesi de artacak" dedi.
Çelik, aracın avantajlarını şöyle sıraladı: Küçük tekerlek çapı, düz bandaj, hafif tasarım, paylaşımlı dinamik süspansiyon sistemi, bağımsız ve kontrollü tahrik sistemi, dinamik ve geri beslemeli fren sistemi, çok noktadan tahrik, yedeklemeli tahrik sistemi, düşük kesit, düşük maliyet, yerli üretim.
Yüzde 100 yerli
Aracın tasarım ve imalatının yüzde 100 yerli olduğunu kaydeden Çelik, "Ülkemizdeki düşük işçilik maliyetinden dolayı araç maliyetleri yurtdışı fiyatların en az birkaç katı altında olacak" diye konuştu.
Çelik, "İlk hedefimiz önümüzdeki yıldan itibaren başta Samsun-Çarşamba olmak üzere, demiryolu hattı mevcut olan ve hizmetten kaldırılan bölgelere uygun araçlar koyarak halka ekonomik, hızlı ve güvenli ulaşım hizmeti sunmak. 10 yıl içerisinde Türkiye'nin tamamında yerli trenlerin çalışması sağlanarak demiryolunun Türkiye genelinde yolcu ve yük taşıma payı en az birkaç kat artırılacak" dedi.
Tahriğin hat safhada olduğu bu denemelerde TCDD çalışanlarına zinadan kaçınmaları gerektiğini söylemeyi bir borç bilirim :)
Sıcak soba,sonsuz bir baş okşama...
İşte bayram diyorum ben buna.Bayramda anneannemlerdeydim Manisa/Salihli/yenipazar köyünde mecbur olmayan adamın geçmeyeceği ve bunu bilincinde olan belediyenin oraya yol yapmadığı bir yer :)
Oranın toprak yolu bile insana güzel geliyor.Temiz hava biraz soğuktu onu belirtmeliyim :D Genelde sobanın yandığı odada tünedim gelenin gidenin elini öptüm diyebilirim bayram boyunca :D
Odun sobasının sıcağının hiç bir şeye değişmeyeceğimi bir kez daha belirtmek isterim...
Kömür değil direk odun çünkü orda kömür yok yer gök odun...
Harçlıktan yoksun bir bayramdı ama güzeldi emeği geçen herkese teşekkürü borç biliyorum...
Fikrimden geçeler atabilmirem
bu fikri başımdan atabilmirem
Neyleyim ki sene çatabilmirem
Ayrılık ayrılık aman ayrılık
Her bir dertten ala yaman ayrılık...
Oranın toprak yolu bile insana güzel geliyor.Temiz hava biraz soğuktu onu belirtmeliyim :D Genelde sobanın yandığı odada tünedim gelenin gidenin elini öptüm diyebilirim bayram boyunca :D
Odun sobasının sıcağının hiç bir şeye değişmeyeceğimi bir kez daha belirtmek isterim...
Kömür değil direk odun çünkü orda kömür yok yer gök odun...
Harçlıktan yoksun bir bayramdı ama güzeldi emeği geçen herkese teşekkürü borç biliyorum...
Fikrimden geçeler atabilmirem
bu fikri başımdan atabilmirem
Neyleyim ki sene çatabilmirem
Ayrılık ayrılık aman ayrılık
Her bir dertten ala yaman ayrılık...
Yemekten sonra yeee
Bir ufaklık bayramda verilen çikolatayı ağzına atıyordu tam annesi ona yemekten sonra yersin dedi.Emin olduğum için söylüyorum yemekten yeni kalkmışlardı ve bir daha ki öğüne yaklaşık 4 saat vardı.Ama annenin ağzı alışmış tatlı,cips,çikolata vb abur'cubur diye tabir edilen yiyeceklere yeneceği zaman yemekten sonra cümlesini çıkartıyor hemen ağzından...
Şimdi benim bu anneye bir kaç sorum olacak.
Acaba bu alışkanlığı hep yemekten önce babaların bakkala gidip ekmek aldığı ve gelirkende çocuklara abur'cubur aldığı zaman çocuk eline aldığında yeme yemekten sonra yersinden mi geliyor acaba.
2. sorum ise babaya,be blder sen neden oturuyorsun bütün gün de taa yemek vaktinden 15 dk önce ekmek almaya gidiyorsun yetmezmiş gibi birde gittiğinde elin boş gelmiyorsun. :)
3.sorum anneye,sayın anne neden çocuğuna ne zaman yemek yeneceği hakkında fikri olmayan çocuğuna! yemekten sonra yersin gibi bir ikazda bulunuyorsun çocuk zaten fotosentez aşamasında sen böyle tutarsız cümleler kurarsan çocuk inat yapar mutlaka yer o abur'cuburu :)
Mehmeeet bak bu benim babam oh senin baban yok baaaaaak benim babam
Mehmet ağlar
Sen sesli bir şekilde saçmalarsın bak bak nasılda kıskanıyor (ya sen gerzeksin ya da çocuk seninle dalga geçiyor hem baban bu senin deyip çocuğu ağlatana kadar uğraşıyorsun sonrada aa kıskandı diyorsun...)
Ayşe anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı?(beklenen cevap annemi ve babami mantıklı cümle beklemeyeceksiniz annemi der aa bak babasını sevmiyormuş dersiniz ve babamı dediği an sizi ter basabilir...)
Cevap:Ayşe'nin kafa babaannesinin aldığı kırmızı ayakkabılarda ve cevabı yapıştırır baba öksürük tutar salon Ayşe'nin babasını daha çok sevdiği yanılgısına kapılacakken annecim benim der ve babaannesinin boynuna sarılır...
Mutlus On
Çam ağaçlarının tepelerine yuva yapan penguenler sizlere selam söylediler...
Şimdi benim bu anneye bir kaç sorum olacak.
Acaba bu alışkanlığı hep yemekten önce babaların bakkala gidip ekmek aldığı ve gelirkende çocuklara abur'cubur aldığı zaman çocuk eline aldığında yeme yemekten sonra yersinden mi geliyor acaba.
2. sorum ise babaya,be blder sen neden oturuyorsun bütün gün de taa yemek vaktinden 15 dk önce ekmek almaya gidiyorsun yetmezmiş gibi birde gittiğinde elin boş gelmiyorsun. :)
3.sorum anneye,sayın anne neden çocuğuna ne zaman yemek yeneceği hakkında fikri olmayan çocuğuna! yemekten sonra yersin gibi bir ikazda bulunuyorsun çocuk zaten fotosentez aşamasında sen böyle tutarsız cümleler kurarsan çocuk inat yapar mutlaka yer o abur'cuburu :)
Mehmeeet bak bu benim babam oh senin baban yok baaaaaak benim babam
Mehmet ağlar
Sen sesli bir şekilde saçmalarsın bak bak nasılda kıskanıyor (ya sen gerzeksin ya da çocuk seninle dalga geçiyor hem baban bu senin deyip çocuğu ağlatana kadar uğraşıyorsun sonrada aa kıskandı diyorsun...)
Ayşe anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı?(beklenen cevap annemi ve babami mantıklı cümle beklemeyeceksiniz annemi der aa bak babasını sevmiyormuş dersiniz ve babamı dediği an sizi ter basabilir...)
Cevap:Ayşe'nin kafa babaannesinin aldığı kırmızı ayakkabılarda ve cevabı yapıştırır baba öksürük tutar salon Ayşe'nin babasını daha çok sevdiği yanılgısına kapılacakken annecim benim der ve babaannesinin boynuna sarılır...
Mutlus On
Çam ağaçlarının tepelerine yuva yapan penguenler sizlere selam söylediler...
15 Aralık 2007
Sallıyorsun Doluyor -Önce konuşmayı öğren sen...
Elektronik eşyalara meraklı Rıdvan, 'sallandıkça şarj olan pil' ürettiği iddiasında. Silopili genç, şimdilik kumandada kullandığı pilleri geliştirmek için yardım bekliyor.
Silopi'de yaşayan, elektronik eşyalara meraklı 17 yaşındaki Rıdvan Kaden ilk 'buluşunu' dünyaya duyuruyor: Sallandıkça şarj olan pil... Sık sık elektronik icatlarla ilgili programlar izleyen, bu konudaki kaynakları okuyan Kaden, enerji sorunu olmayan pil icat ettiğini iddia ediyor:
"Bir yıl önce, hareket ettirerek şarj edilecek pil üretme fikri doğdu bende. Önce karbon ve çinko ile çalışan normal pilleri inceledim. Tamamen hareketle enerji üretimini denedim ve başardım.
Yaptığım pil bakır tel, diyot ve depolama kısımlarından oluşuyor. Bir pil için bin 500 sarımlık bakır tel kullanıyorum. Sallayınca hareket enerjisiyle oluşan enerji alternatif enerji olduğu için diyotlardan geçirilip doğru akım enerjisine çevrilip depoya şarj oluyor. Enerji tükendikçe pili sallayıp yeniden kullanmak mümkün oluyor."
Mümkün, test edilmeli...
Açık lisede okuyan Kaden ilgi alanına uygun bir okulda okumak istiyor: "Teknik eğitim alarak ya da teknoloji üreten bir firmada çalışarak kendimi geliştirebilirim. İmkân sağlanırsa projelerimi uygulayabilirim." Kaden, yaptığını iddia ettiği pilleri şimdilik televizyon kumanda cihazında ve fenerlerde kullandığını söylüyor.
Bezdiren 'imla' hataları
Kaden'in, öğretmen kuzeni Nurettin Kaden çalışmayı anlatan yazıyı TÜBİTAK'a göndermiş ve patent başvurusunda bulunmuşlar. Ancak imla yanlışı uyarısı alınca tekrar başvurmamışlar.
Diyarbakır Dicle Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Zülküf Gülsün, alternatif enerjinin doğru akım enerjisine çevrilebileceğini söylüyor: "Hareket, elektrik enerjisine dönüştürülebilir. Ama Silopili gencin mekanizması test edilmeden bir şey söylenemez."
Ütüüü:Gerçekten altında başka bir bit yeniği var gibi duran bir kaç konudan bir tanesi profesör denemeden birşey söylenemez diyor ama denemiyor nedir bu yolda yürürken elinizde şemsiye var yağmur yağıyor ama siz açmıyorsunuz şemsiyeyi şemsiyede ıslanıyor sizde hemde haddinden fazla...
Silopi'de yaşayan, elektronik eşyalara meraklı 17 yaşındaki Rıdvan Kaden ilk 'buluşunu' dünyaya duyuruyor: Sallandıkça şarj olan pil... Sık sık elektronik icatlarla ilgili programlar izleyen, bu konudaki kaynakları okuyan Kaden, enerji sorunu olmayan pil icat ettiğini iddia ediyor:
"Bir yıl önce, hareket ettirerek şarj edilecek pil üretme fikri doğdu bende. Önce karbon ve çinko ile çalışan normal pilleri inceledim. Tamamen hareketle enerji üretimini denedim ve başardım.
Yaptığım pil bakır tel, diyot ve depolama kısımlarından oluşuyor. Bir pil için bin 500 sarımlık bakır tel kullanıyorum. Sallayınca hareket enerjisiyle oluşan enerji alternatif enerji olduğu için diyotlardan geçirilip doğru akım enerjisine çevrilip depoya şarj oluyor. Enerji tükendikçe pili sallayıp yeniden kullanmak mümkün oluyor."
Mümkün, test edilmeli...
Açık lisede okuyan Kaden ilgi alanına uygun bir okulda okumak istiyor: "Teknik eğitim alarak ya da teknoloji üreten bir firmada çalışarak kendimi geliştirebilirim. İmkân sağlanırsa projelerimi uygulayabilirim." Kaden, yaptığını iddia ettiği pilleri şimdilik televizyon kumanda cihazında ve fenerlerde kullandığını söylüyor.
Bezdiren 'imla' hataları
Kaden'in, öğretmen kuzeni Nurettin Kaden çalışmayı anlatan yazıyı TÜBİTAK'a göndermiş ve patent başvurusunda bulunmuşlar. Ancak imla yanlışı uyarısı alınca tekrar başvurmamışlar.
Diyarbakır Dicle Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Zülküf Gülsün, alternatif enerjinin doğru akım enerjisine çevrilebileceğini söylüyor: "Hareket, elektrik enerjisine dönüştürülebilir. Ama Silopili gencin mekanizması test edilmeden bir şey söylenemez."
Ütüüü:Gerçekten altında başka bir bit yeniği var gibi duran bir kaç konudan bir tanesi profesör denemeden birşey söylenemez diyor ama denemiyor nedir bu yolda yürürken elinizde şemsiye var yağmur yağıyor ama siz açmıyorsunuz şemsiyeyi şemsiyede ıslanıyor sizde hemde haddinden fazla...
Biyonik Top
İlk kez, Japonya'da devam eden 4. Dünya Kulüplerarası Futbol Şampiyonası'nda denenen biyonik topun FIFA'nın diğer turnuvalarında da kullanılabileceği bildirildi.
Biyonik topun ortak tasarımcıları olan Adidas ve Cairos şirketlerinden yapılan açıklamaya göre, topun kale çizgisini geçip geçmediğinin tespitine olanak sağlayan, manyetik sensörler içeren teknoloji, Japonya'da devam eden Dünya Kulüplerarası Futbol Şampiyonası'nda denendi ve beğenildi.
Oyunculardan gelen geri bildirimin oldukça olumlu olduğunu ifade eden yetkililer, "Çok memnunuz. Hiçbir top zarar görmedi. Sistem tümüyle işledi" dediler.
FIFA'nın, çelişkileri ortadan kaldıracak bu teknoloji 2010 Dünya Şampiyonası'nda kullanmak istediği bildirildi.
Kriptodan son ütü:Allah'ın sonumuzu hayır ettiği artık topun yuvarlak değilde top biyonik sağı solu belli olmaz dediğimiz günleri görmemiz dileğiyle.
Biyonik topun ortak tasarımcıları olan Adidas ve Cairos şirketlerinden yapılan açıklamaya göre, topun kale çizgisini geçip geçmediğinin tespitine olanak sağlayan, manyetik sensörler içeren teknoloji, Japonya'da devam eden Dünya Kulüplerarası Futbol Şampiyonası'nda denendi ve beğenildi.
Oyunculardan gelen geri bildirimin oldukça olumlu olduğunu ifade eden yetkililer, "Çok memnunuz. Hiçbir top zarar görmedi. Sistem tümüyle işledi" dediler.
FIFA'nın, çelişkileri ortadan kaldıracak bu teknoloji 2010 Dünya Şampiyonası'nda kullanmak istediği bildirildi.
Kriptodan son ütü:Allah'ın sonumuzu hayır ettiği artık topun yuvarlak değilde top biyonik sağı solu belli olmaz dediğimiz günleri görmemiz dileğiyle.
14 Aralık 2007
Yeter Artık Sık Kafama Dedirtecek 5 Şey
Son isteğinizin sorulduğu ve daha sonra sizin isteğinizi gözlerinizin önünde kendilerinin gerçekleştirdiği an.
Karınız size Cevat hadi alışverişe çıkalım dediği an.
Kredi kartı ekstresine karınızla birlikte bakarken 'bu ne Nejla stok yapıyorsak neden makyaj takımı alıyorsun'dedikten sonra yaklaşık 1 saat 15 dakika sürecek bir konuşmayı dinlediğiniz an.
Huzura erdim sandığınız anda camdan içeriye plastik bir top girdiği an.
Sabahları alarm melodinizin gündüz yolda sevgilinizle yürürken bangır bangır çaldığı an sevgilize silahı verip hadi yap şunu dediğiniz anlar.
Kriptomanifesküler boşluklarda katmerli ekmek kadayıfları arasında boğulasıcalar.Kabin basıncınızın hep mevsim normallerinde seyretmesi dileklerimle hoşgalın...
Kriptograf...
Karınız size Cevat hadi alışverişe çıkalım dediği an.
Kredi kartı ekstresine karınızla birlikte bakarken 'bu ne Nejla stok yapıyorsak neden makyaj takımı alıyorsun'dedikten sonra yaklaşık 1 saat 15 dakika sürecek bir konuşmayı dinlediğiniz an.
Huzura erdim sandığınız anda camdan içeriye plastik bir top girdiği an.
Sabahları alarm melodinizin gündüz yolda sevgilinizle yürürken bangır bangır çaldığı an sevgilize silahı verip hadi yap şunu dediğiniz anlar.
Kriptomanifesküler boşluklarda katmerli ekmek kadayıfları arasında boğulasıcalar.Kabin basıncınızın hep mevsim normallerinde seyretmesi dileklerimle hoşgalın...
Kriptograf...
Yıllarca Kara Görmeden Yaşam (Albatroslar)
Albatros, uçan canlı makinelerin en heybetlisidir... Albatros, kemik, tüy, kas ve rüzgârdır... Albatros gergin yay, rüzgârsa gövdesini mermi gibi fırlatan kiriştir. Albatros art deco bir kuştur -çarpıcı desenli, belirgin hatlı, destansı bir uçuş sergileyen, kayıtsız şartsız sadık olan... Bir albatros, yavrusuna tek bir öğün yiyecek getirebilmek için 15 bin kilometreden fazla uçabilir. Doğadaki en uzun kanatlara (3,5 metreye kadar ulaşabilir) sahip olan albatroslar, kanat çırpmaksızın yüzlerce kilometre boyunca gökyüzünde süzülerek okyanusları aşar, dünyayı dolaşır. 50 yaşına gelmiş bir albatros en azından 6 milyon kilometre uçmuş demektir...
Albatrosları bilen pek yoktur; bilenlerin çoğu da izlenimlerini Samuel Taylor Coleridge'in 1798 yılında yazdığı İhtiyar Denizcinin Ezgisi adlı şiirine dayandırarak, onların kaba saba, can sıkıcı yaratıklar olduğunu düşünür. İşin ironik yanı, Coleridge'in hiç albatros görmemiş olmasıdır. Dahası, çoğu insan da bu şiiri hiç okumamıştır. Şiirde albatros, yelkenlerini cömertçe rüzgârla doldurarak geminin yoluna devam etmesine yardımcı olur. Denizci düşünmeksizin hareket edip albatrosu öldürünce, tayfa dehşete düşer ve onu, kuşun muazzam cesedini boynuna dolayarak taşımakla cezalandırır...
Milyonlarca kilometreyi tertemiz, kendini yenileyen, sıfır salımlı enerjiyle uçabilseydiniz eğer, siz de bir albatros olurdunuz. Aslında sıradan bir uçucu olan albatros, gökyüzünde kusursuz bir planör gibi süzülür. Kanatlarını sustalı bıçak gibi açık pozisyonda kilitlediğinde, içinde bulunduğu planöre sadece pilotluk eder. Çoğu kuş, rüzgârı yenmek için mücadele ederken, albatros onu kendi amaçları için kullanır. Albatrosu diğerlerinden, örneğin bir martıdan ayırt eden şey, yalnızca vücut yapısı değil, aynı zamanda böylesi mükemmel bir gövdeye yön veren usta beyni ve zihin yapısıdır.
Yazılımı değiştirip albatrosun kafasına bir martı beyni takmanız halinde, bu uçan canlı yelkenli, albatrosun düzenli olarak fethettiği mesafeleri göze almayı hayal dahi edemez.
Martılar kıyıya yakın uçar ve kendilerini iskele kazıklarının kralı ilan eder. Albatroslarsa kahvaltı için okyanusları aşar ve sadece çiftleşmek için kıyıya inmeye tenezzül eder. Kara, üremek için gerekli olan bir külfettir.
Albatrosların nadiren indikleri kara üzerinde yayvan ayaklarıyla, kafalarını bir o yana bir bu yana sallayarak, paytak paytak yürüdüklerini kabul etmek gerekir. Yürümek onlara göre değildir. Ama kanatlarını fora edip yerçekimini biz geride kalanlara bıraktıklarında, işte o zaman sergiledikleri görüntü kelimelerin anlatamayacağı kadar muhteşemdir. Albatrosların tümü -yirmiyi aşkın tür- okyanusun en hiddetli tavırlarına dahi göğüs gerebilir ve aylarca, bazen yıllarca kara görmeden yaşayabilir.
Albatrosları bilen pek yoktur; bilenlerin çoğu da izlenimlerini Samuel Taylor Coleridge'in 1798 yılında yazdığı İhtiyar Denizcinin Ezgisi adlı şiirine dayandırarak, onların kaba saba, can sıkıcı yaratıklar olduğunu düşünür. İşin ironik yanı, Coleridge'in hiç albatros görmemiş olmasıdır. Dahası, çoğu insan da bu şiiri hiç okumamıştır. Şiirde albatros, yelkenlerini cömertçe rüzgârla doldurarak geminin yoluna devam etmesine yardımcı olur. Denizci düşünmeksizin hareket edip albatrosu öldürünce, tayfa dehşete düşer ve onu, kuşun muazzam cesedini boynuna dolayarak taşımakla cezalandırır...
Milyonlarca kilometreyi tertemiz, kendini yenileyen, sıfır salımlı enerjiyle uçabilseydiniz eğer, siz de bir albatros olurdunuz. Aslında sıradan bir uçucu olan albatros, gökyüzünde kusursuz bir planör gibi süzülür. Kanatlarını sustalı bıçak gibi açık pozisyonda kilitlediğinde, içinde bulunduğu planöre sadece pilotluk eder. Çoğu kuş, rüzgârı yenmek için mücadele ederken, albatros onu kendi amaçları için kullanır. Albatrosu diğerlerinden, örneğin bir martıdan ayırt eden şey, yalnızca vücut yapısı değil, aynı zamanda böylesi mükemmel bir gövdeye yön veren usta beyni ve zihin yapısıdır.
Yazılımı değiştirip albatrosun kafasına bir martı beyni takmanız halinde, bu uçan canlı yelkenli, albatrosun düzenli olarak fethettiği mesafeleri göze almayı hayal dahi edemez.
Martılar kıyıya yakın uçar ve kendilerini iskele kazıklarının kralı ilan eder. Albatroslarsa kahvaltı için okyanusları aşar ve sadece çiftleşmek için kıyıya inmeye tenezzül eder. Kara, üremek için gerekli olan bir külfettir.
Albatrosların nadiren indikleri kara üzerinde yayvan ayaklarıyla, kafalarını bir o yana bir bu yana sallayarak, paytak paytak yürüdüklerini kabul etmek gerekir. Yürümek onlara göre değildir. Ama kanatlarını fora edip yerçekimini biz geride kalanlara bıraktıklarında, işte o zaman sergiledikleri görüntü kelimelerin anlatamayacağı kadar muhteşemdir. Albatrosların tümü -yirmiyi aşkın tür- okyanusun en hiddetli tavırlarına dahi göğüs gerebilir ve aylarca, bazen yıllarca kara görmeden yaşayabilir.
Essen'den Yersenler...
Şey:Bir varlıktan soyut veya somut bahsederken varlığın ismini kullanmadığımız yerde kullandığımız kelime.
Şeyin aynası çizilmiş.(araba)
Sıfır[Bölü]Sıfır:İllet bir limit belirsizliği,sonu gelmeyen uzun uğraşlardan yine bir yere varılamayan sonuçlar üreteni.
Sonsuz[Bölü]Sonsuz:Daha kolay bulunanı ama sonucunun kesinliğini sadece çözenin anlayacağı türden limit sorularının demirbaşı.
Sabahın 6:20 sinde yağmurlu bir havada okula giderken kulaklıkla radyo programı dinleyen şemsiyesini açmayı kulaklıklar ıslanırsa bozulurlar diye düşünerek açık tutan,bindiği otobüste etrafı tarafından kendi kendine gülen olarak bilinen,otobüs doluyorsa uyuyor taklidi yapan.
Otobüste yanına kimin oturacağını kendi seçen ama bunu içinde saklayan. :)
Ayrıntılarda yaşayan ama ayrıntılarda kalıp hakkının yendiğini düşünen,fikirlerini söylemediği için hakkında farklı şeyler düşünülen.Olsun ben biliyorum diye kendini avutan,söylediği zaman kendi anlayacağı şekilde kelimeler kullanan ve karşıdakinin ne kadar anlamaması mümkün kelime varsa kullanan.
Plüton'u hala arayan.
Oyalı'ya hayatta başarılar dileyen.
3. ve tüm diğer tekil şahıslara selam olsun.
Kriptograf...
Şeyin aynası çizilmiş.(araba)
Sıfır[Bölü]Sıfır:İllet bir limit belirsizliği,sonu gelmeyen uzun uğraşlardan yine bir yere varılamayan sonuçlar üreteni.
Sonsuz[Bölü]Sonsuz:Daha kolay bulunanı ama sonucunun kesinliğini sadece çözenin anlayacağı türden limit sorularının demirbaşı.
Sabahın 6:20 sinde yağmurlu bir havada okula giderken kulaklıkla radyo programı dinleyen şemsiyesini açmayı kulaklıklar ıslanırsa bozulurlar diye düşünerek açık tutan,bindiği otobüste etrafı tarafından kendi kendine gülen olarak bilinen,otobüs doluyorsa uyuyor taklidi yapan.
Otobüste yanına kimin oturacağını kendi seçen ama bunu içinde saklayan. :)
Ayrıntılarda yaşayan ama ayrıntılarda kalıp hakkının yendiğini düşünen,fikirlerini söylemediği için hakkında farklı şeyler düşünülen.Olsun ben biliyorum diye kendini avutan,söylediği zaman kendi anlayacağı şekilde kelimeler kullanan ve karşıdakinin ne kadar anlamaması mümkün kelime varsa kullanan.
Plüton'u hala arayan.
Oyalı'ya hayatta başarılar dileyen.
3. ve tüm diğer tekil şahıslara selam olsun.
Kriptograf...
Yürekli Fareler mi?
Ezelden beri varolan kedi-fare husumetine son verebilecek bir çalışmaya imza atan Japonlar, genetik değişikliğe uğratmak suretiyle ''korkusuz'' fare yetiştirdiler.
Tokyo Üniversitesi bilim adamları, genetik mühendislikle bir farenin kedi gördüğünde veya kedi kokusu aldığında korkup sinmesine yol açan içgüdülerini değiştirmeyi sağladıklarını bildirdiler.
Japon araştırmacıların böylece, korkunun deneyimle öğrenilen bir şey olmaktan ziyade genetik yapıda bulunduğunu da gösterdikleri belirtildi.
Araştırma ekibinin başkanı Ko Kobayakawa, "Fareler doğal olarak kedilerden korkar ve kedi kokusu aldıklarında genellikle paniğe kapılır ya da kaçarlar. Ancak, genetik mühendislikle bazı burun hücreleri alınan fareler hiçbir korku göstermediler" dedi.
Koboyakawa, genetik değişikliğe uğratılmış farenin kedilere sokulduğunu ve hatta kedilerle oynadığını belirterek, "Korkunun doğumdan sonra öğrenilmediği, genetik olarak belirlendiğinin saptanması çok ilginç ve daha öncedeki düşüncelerin aksi yönde" dedi.
Japon araştırmacı Kobayakawa, bu bulgunun ışığında, insanların kokusundan dolayı bozuk yiyeceklerden uzak durmalarının da genetik bir özellik olabileceğinin düşünülebileceğini söyledi.
11 Aralık 2007
Molofutbol kokteyli!!!
Yapımı basit ve etkisi oldukça fazla,çoğu zaman petrol bombası olarak da bilinen molotof kokteyli...
Molotof kokteyli, adını Rus politikacı ve diplomat Vyacheslav Molotov'dan almıştır.İçeriğinde az miktarda sülfirik asit ve benzin+parafin karışımı vardır.Amatör olarak yapılanlarda ise %70 benzin %10 sabun tozu %20 motor yagı bulunur.
Futbol karşılaşmaları için vazgeçilmez silahtır.Çok etkili ve yapımı basittir.
Silah ilk önce Finlandiya Ordusu tarafından 1939-1944 Filandiya Savaşı sırasında kullanılmıştır. 1938'de İspanya İç Savaşı sırasında da kullanılmış, atılan molotof kokteylleri Madrid'de 30 km2'lik bir alandaki tüm evlerin kül olmasına neden olmuştur.!!!
Notun dibi:Yapımı basit olduğu için çok fazla maliyet içermez. Ancak gerçekden etkili olduğu için yapımı ve kullanımı yasaklanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre seferberlik durumunda halk kendini savunmak amacı ile basit silahlar yapıp kullanabilir.
Molotof kokteyli, adını Rus politikacı ve diplomat Vyacheslav Molotov'dan almıştır.İçeriğinde az miktarda sülfirik asit ve benzin+parafin karışımı vardır.Amatör olarak yapılanlarda ise %70 benzin %10 sabun tozu %20 motor yagı bulunur.
Futbol karşılaşmaları için vazgeçilmez silahtır.Çok etkili ve yapımı basittir.
Silah ilk önce Finlandiya Ordusu tarafından 1939-1944 Filandiya Savaşı sırasında kullanılmıştır. 1938'de İspanya İç Savaşı sırasında da kullanılmış, atılan molotof kokteylleri Madrid'de 30 km2'lik bir alandaki tüm evlerin kül olmasına neden olmuştur.!!!
Notun dibi:Yapımı basit olduğu için çok fazla maliyet içermez. Ancak gerçekden etkili olduğu için yapımı ve kullanımı yasaklanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre seferberlik durumunda halk kendini savunmak amacı ile basit silahlar yapıp kullanabilir.
Belki Özel Belki Genel,,,
Bu gün edebiyat sınavı olduk.İzmir de yeni bir uygulama başlatıldı artık liselerde normal ders sınavları okul içinde aynı anda olmak şartı ile 1 aya yayılacaktı.Valiliğin kararıymış.Valimizin amacı başarımız yükseltmekmiş.Hoş pek faydasını göreceğimizi sanmıyorum İzmir olarak.Ama umut fakirin ekmeği :)
Her ne ise sınava girdik deyim verilmiş "diken üstüne oturmak" cümle içinde kullanınız.
Sınavdan 90 alacağını düşünen bir arkadaşımız bu soruyuda yanlış yapayım gibi düşünmüş olsa gerek verdiği örnek sınavdan kopmamıza neden oldu.
Babam yorulunca dikenlerin üzerine oturdu.
Sanırım dikenlerin üzerine oturmayı çimlere uzanmak ile bağdaştıran ve öğretmenin istediği anlamdan bu kadar farklı bir anlam çıkartan arkadaşımı ve onunla arkadaş olan kendimi tebrik ediyorum.Bu arada bende örnek olarak bütün gün diken üstünde oturdu şeklinde bir cümle yazdım :)
İyi akşamlar...
Her ne ise sınava girdik deyim verilmiş "diken üstüne oturmak" cümle içinde kullanınız.
Sınavdan 90 alacağını düşünen bir arkadaşımız bu soruyuda yanlış yapayım gibi düşünmüş olsa gerek verdiği örnek sınavdan kopmamıza neden oldu.
Babam yorulunca dikenlerin üzerine oturdu.
Sanırım dikenlerin üzerine oturmayı çimlere uzanmak ile bağdaştıran ve öğretmenin istediği anlamdan bu kadar farklı bir anlam çıkartan arkadaşımı ve onunla arkadaş olan kendimi tebrik ediyorum.Bu arada bende örnek olarak bütün gün diken üstünde oturdu şeklinde bir cümle yazdım :)
İyi akşamlar...
8 Aralık 2007
Doktorlar! Şempanzeler!
Afrika'nın doğusundaki Uganda'nın tropik ormanlarında bitkilerle kendilerini ''ustalıkla'' tedavi eden bir grup şempanze, bilim adamlarına yeni ilaçlar bulma konusunda rehber oldu.
Aylardır bu şempanzeleri inceleyen bilim adamlarından Fransız veteriner Sabrina Krief, ilk kez insanlar için ilaç bulma amacıyla şempanzelerin gözlenmesinin bilimsel çerçevede yapıldığını belirtti.
Krief, Kibale bölgesinde, 50 kadar şempanzeyi izledi, hasta şempanzenin belirlenmesinin ardından bu hayvanın beslenme şeklini not etti ve idrar örneklerini tahlil etti.
Örneğin Krief bağırsak rahatsızlığı olan Yogi adını verdikleri bir şempanzenin "Aneilema aequinoctiale" adlı bitkinin yapraklarını yediğini, daha sonra tedavisine parazitleri öldürdüğü bilinen "Albiziagrandibracteata" bitkisinin yapraklarıyla devam ettiğini gördü.
Makoku adlı ateşli ve halsiz başka bir şempanzeninse gün boyu hemen hemen sadece sıtmaya karşı etkili olduğu belirlenen "Trichiliarubescens" bitkisinin yapraklarını yediği gözlendi.
Ugandalı ve Fransız bilim adamları bu araştırmayla şempanzelerin davranışlarını daha iyi anlamayı ve bunları yeni ilaçlara ışık tutan rehberler gibi kullanmayı amaçlıyor. (Fotoğraf http://savoirs.essonne.fr/ sitesinden alınmıştır.)
Aylardır bu şempanzeleri inceleyen bilim adamlarından Fransız veteriner Sabrina Krief, ilk kez insanlar için ilaç bulma amacıyla şempanzelerin gözlenmesinin bilimsel çerçevede yapıldığını belirtti.
Krief, Kibale bölgesinde, 50 kadar şempanzeyi izledi, hasta şempanzenin belirlenmesinin ardından bu hayvanın beslenme şeklini not etti ve idrar örneklerini tahlil etti.
Örneğin Krief bağırsak rahatsızlığı olan Yogi adını verdikleri bir şempanzenin "Aneilema aequinoctiale" adlı bitkinin yapraklarını yediğini, daha sonra tedavisine parazitleri öldürdüğü bilinen "Albiziagrandibracteata" bitkisinin yapraklarıyla devam ettiğini gördü.
Makoku adlı ateşli ve halsiz başka bir şempanzeninse gün boyu hemen hemen sadece sıtmaya karşı etkili olduğu belirlenen "Trichiliarubescens" bitkisinin yapraklarını yediği gözlendi.
Ugandalı ve Fransız bilim adamları bu araştırmayla şempanzelerin davranışlarını daha iyi anlamayı ve bunları yeni ilaçlara ışık tutan rehberler gibi kullanmayı amaçlıyor. (Fotoğraf http://savoirs.essonne.fr/ sitesinden alınmıştır.)
Toprak Altında Buzullar!
Dünya'nın uydusu Ay bizlere ne kadar yabancı ve uzaksa bir o kadar da her birimiz tarafından bilinen büyüleyici bir manzara. Evimizin önündeki bahçeden, oturduğumuz apartmanın penceresinden baktığımızda orayı hiçbir şeyin olmadığı bir yer olarak düşleriz. Ne rüzgâr, ne hafif bir esinti, ne o esintide kıpırdayacak bir ot. Ne bir insan. Ne çağıldayan bir dere, ne de bir hayvan izi. Yine de, doğaüstü bir şekilde güzel... Bulutsuz bir gecede, görüntüyü on kat büyüten bir dürbünle bakınca oradaki kraterler, dağlar, çukurluklar ve denizler öylesine canlı, gölge ve ışıklarının oluşturduğu şekiller öylesine büyüleyici görünür ki, bu görüntü insana keyif verir. Böylesi bir anın güzelliğini açıklamak çok zor. Bu güzellik sanki Ay'ın kendisinde -bazalt düzlüğünde, kraterlerinde- değil de, ona bakan kişinin bu cismi beğenebilme kapasitesinde yatar. Ay'ın bir bölümü dürbünün prizmalarından geçerek belirginleştiğinde, canlı bir şekilde ona bakan kişinin gözleri önüne geldiğinde, insan -sadece Ay'ın güzelliğiyle açıklanamayacak olan- aşırı bir coşkuya kapılabilir. Bu duygu, kimileri için, yaşama sevincinin ta kendisidir.
Dünya -bizim sırrına varamadığımız pek çok şekilde- çok güzel. Oysa çoğu kez, zamanın hızlı akışı içinde çevremizdeki güzelliklerin bilincine varamayız; aynen zaman zaman yaşamdan ne beklediğimizi unuttuğumuz gibi.
Bu fotoğraflara bakarken, kendimizi çevreden soyutlama alışkanlıklarımızı düşünüyorum. Kuzey Kutup Bölgesi, küresel iklim değişikliğine gezegenimizdeki diğer tüm bölgelerden daha gözle görülür biçimlerde tepki veriyor. Burası, ötüşü zayıflayan kanaryanın bulunduğu maden ocağı gibi. Bu yerlerin fotoğrafını çekmek için fotoğrafçı da mutlaka bir şekilde "bizim" hakkımızda düşünmüştür; sorunun üstesinden nasıl geleceğimiz hakkında. Bu görüntüler sadece güzel, hayran olunacak egzotik manzaralar değil, aynı zamanda Dünya ile -özellikle de günümüzde garip bir biçimde giderek daha fazla acı çeken bir bölgesiyle- yeniden bağ kurmamız için bir davetiye.
Aynen Ay gibi, bu manzaralar da bize yabancı ve uzak; zarif ama belli belirsiz bir tehdit içeriyor. Oysa biz tüm bunların ayrılmaz bir parçasıyız. Bu pingolar, poligonlar, taş halkaları ve küçük gölleri birbirine bağlayan ırmaklar -Ay'daki yükseltiler ve denizlerin hiç olmadığı kadar- bizim bir parçamız. Ya da daha açıkça söylemek gerekirse, bu ilkbaharda Kanada'nın Mackenzie Irmağı Deltası'nda yaşananlar, ailelerimizin kaderini aynı haftalar içinde Ay'da, Taurus-Littrow vadisinde yaşananlardan çok daha fazla etkileyecek.
Yazı: Barry Lopez
Köken!!!
enizli’de bulunan Türkiye’nin ilk homo erectus fosili, bilim dünyasında heyecan yarattı. Bir erkeğe ait 500 bin yaşındaki kafatası fosilinin, ilk insanların dünyaya dağılışları konusunda bilim dünyasına önemli ipuçları sağlaması bekleniyor.
Bütün insanlar Afrika kökenli mi?
Dünyadaki bütün insanların Afrika kökenli olduğu ve diğer kıtalara buradan dağıldıkları, bu sırada Ortadoğu ve Anadolu’dan geçtikleri yönündeki tezleri desteklemesi açısından önem taşıyan fosil, “bilinen en eski tüberküloz vakası” olarak da tıp tarihine geçmeye hazırlanıyor.
Latince “dik insan” anlamına gelen ve modern insanların atası olarak tanımlanan homo erectus fosili üzerindeki inceleme sonuçlarının, bugün ABD’nin saygın bilim dergilerinden American Journal of Physical Anthropology (AJPA)’da yayınlanması bekleniyor.
Çalışmalar hakkında bilgi veren Ankara Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ve Jeolojik Mirası Koruma Derneği (JEMİRKO) Başkanı Prof. Dr. Nizamettin Kazancı, bilim çevrelerinde heyecan uyandıran fosilin, insan kafatasının burundan itibaren üst yarısı olduğunu ve göz açıklıkları, kaşlar ve kafatası kemiklerinden ibaret olduğunu söyledi.
Kazancı, homo erectus fosili üzerindeki inceleme sonuçlarının, bugün ABD’nin saygın bilim dergilerinden American Journal of Physical Anthropology (AJPA)’da da geniş yer almasının beklendiğini söyledi.
Homo erectusa ait bu kafatası parçasının halen JEMİRKO sahipliğinde Ankara’da bulunduğunu ve araştırmacıların fosil üzerindeki çalışmalarını sürdürdüğünü ifade eden Kazancı, fosille ilgili şu bilgileri verdi: “Araştırmaya göre, homo erectus kafatası üzerinde tüberkülozun yol açtığı kemik deformasyonları açıkça görülüyor. Böyle kemik deformasyonlarının D vitamini eksikliğine bağlı iskelet ve bağışıklık sistemi zayıflığından kaynaklandığı tıp uzmanlarınca zaten biliniyor. Bilinenler ile fosil üzerindeki buluntular ortak değerlendirildiğinde Anadolu’daki ilk insanların ekvator bölgesinden geldikleri ve siyah derili oldukları sonucu çıkarılıyor. Ekvator bölgesinden kuzey enlemlere doğru göç eden siyah derili insanların, deri yapısından dolayı vücutlarında daha az D vitamini oluştuğu, bunun da iskelet ve bağışıklık sistemlerini zayıflattığı, böylece tüberküloz dahil hastalıklara kolay yakalandıkları tezinin jeolojik geçmiş için de doğru olduğu anlaşılıyor.”
BİLİM DÜNYASI İÇİN İKİ AYRI KEŞİF
Araştırmanın iki ayrı bilimsel yeniliği beraber sunduğunu anlatan Kazancı, şunları kaydetti: “Yeniliklerden ilki, Türkiye’de ilk homo erectus fosilinin bulunmasıdır. Fosilin görünen özelliklerine göre, bulunan kafatası parçası, 20-40 yaş arası erkek bireye aittir. Dünyadaki bütün insanların Afrika kökenli olduğu ve buradan diğer kıtalara dağıldıkları, dağılma sırasında Ortadoğu ve Anadolu’dan mutlaka geçmiş olmaları gerektiği biliniyor ama bir türlü beklenen bulgu elde edilemiyordu. Bu kafatası parçası, ilk insanların dağılışları konusunda önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Fosilin içinde bulunduğu travertenler, termolüminesans yöntemi ile yaşlandırmalara göre 330 bin yıl ile 510 bin yıl arasında oluşmuştur. Buluntu yeri 510 bin yıl olarak yaşlandırılan seviyeye çok yakındır. Dolayısıyla, travertenler içinde kapanlanan iskelet de o zamana, yaklaşık 500 bin yıl öncesine aittir.”
Araştırma ile elde edilen ikinci yeniliğin ise bilinen en eski tüberküloz vakasının tanımlanarak tıp tarihine katkıda bulunması olduğunu anlatan Kazancı, “Şimdiye kadar veremin birkaç bin yıl önce ortaya çıkan bir hastalık olduğuna inanılıyordu. Homo erectus üzerinde bu hastalığın bulunuşu tüberkülozun insanlık tarihi kadar eski olduğunu göstermektedir” dedi.
Kazancı, “Tüberküloz teşhisi kafatası parçasının iç ve dış kalıpları üzerindeki ayrıntılı incelemeler sonucu ABD’de konuldu. Almanya da bu teşhisi doğrulattırılıyor” diye konuştu.
ARAŞTIRMAYI YAPAN EKİP
Kazancı’nın verdiği bilgiye göre, kendisinin de aralarında bulunduğu fosil üzerinde araştırmaları sürdüren ekip, Amerikalı John Kappelman, Türk araştırmacılar Mehmet Cihat Alçiçek, Mehmet Özkul, Şevket Şen ve Alman Michael Schultz isimli bilim adamlarından oluşuyor.
Kazancı, fosilin tür tanımlaması, kafatasının ve içinde bulunduğu kayaların yaşlandırmasının Türk araştırmacılar tarafından gerçekleştirildiğini söyledi.
TESADÜFLE BULUNUYOR
Prof. Dr. Kazancı tesadüflerle başlayan buluntu ve araştırma hikayesini şöyle anlattı: “Denizli’deki mermer traverten işletmelerden birinde traverten bloklarını kesen işçiler kemik parçalarına rastlıyorlar ve bunu blok içinde çıkarıyorlar. Kemikleri, o sırada tesadüfen burayı ziyaret eden Pamukkale Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü öğretim üyelerinden Mehmet Cihat Alçiçek istiyor ve alıyor. Daha sonra Türkiye jeolojisi için önemli ve korunması gerekebileceği için JEMİRKO’ya iletiyor. JEMİRKO, Paris Doğa Tarihi Müzesinden Şevket Şen’i de çağırarak örnek üzerinde ekip olarak çalışmaya başlıyorlar. Sonuçlar oldukça tatmin edici gözüküyor.”
Prof. Dr. Kazancı, fosilin üzerindeki bilimsel incelemelerin tamamlanmasından sonra, sergilenmek üzere ulusal bir müzeye teslim edileceğini bildirdi.
Bütün insanlar Afrika kökenli mi?
Dünyadaki bütün insanların Afrika kökenli olduğu ve diğer kıtalara buradan dağıldıkları, bu sırada Ortadoğu ve Anadolu’dan geçtikleri yönündeki tezleri desteklemesi açısından önem taşıyan fosil, “bilinen en eski tüberküloz vakası” olarak da tıp tarihine geçmeye hazırlanıyor.
Latince “dik insan” anlamına gelen ve modern insanların atası olarak tanımlanan homo erectus fosili üzerindeki inceleme sonuçlarının, bugün ABD’nin saygın bilim dergilerinden American Journal of Physical Anthropology (AJPA)’da yayınlanması bekleniyor.
Çalışmalar hakkında bilgi veren Ankara Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ve Jeolojik Mirası Koruma Derneği (JEMİRKO) Başkanı Prof. Dr. Nizamettin Kazancı, bilim çevrelerinde heyecan uyandıran fosilin, insan kafatasının burundan itibaren üst yarısı olduğunu ve göz açıklıkları, kaşlar ve kafatası kemiklerinden ibaret olduğunu söyledi.
Kazancı, homo erectus fosili üzerindeki inceleme sonuçlarının, bugün ABD’nin saygın bilim dergilerinden American Journal of Physical Anthropology (AJPA)’da da geniş yer almasının beklendiğini söyledi.
Homo erectusa ait bu kafatası parçasının halen JEMİRKO sahipliğinde Ankara’da bulunduğunu ve araştırmacıların fosil üzerindeki çalışmalarını sürdürdüğünü ifade eden Kazancı, fosille ilgili şu bilgileri verdi: “Araştırmaya göre, homo erectus kafatası üzerinde tüberkülozun yol açtığı kemik deformasyonları açıkça görülüyor. Böyle kemik deformasyonlarının D vitamini eksikliğine bağlı iskelet ve bağışıklık sistemi zayıflığından kaynaklandığı tıp uzmanlarınca zaten biliniyor. Bilinenler ile fosil üzerindeki buluntular ortak değerlendirildiğinde Anadolu’daki ilk insanların ekvator bölgesinden geldikleri ve siyah derili oldukları sonucu çıkarılıyor. Ekvator bölgesinden kuzey enlemlere doğru göç eden siyah derili insanların, deri yapısından dolayı vücutlarında daha az D vitamini oluştuğu, bunun da iskelet ve bağışıklık sistemlerini zayıflattığı, böylece tüberküloz dahil hastalıklara kolay yakalandıkları tezinin jeolojik geçmiş için de doğru olduğu anlaşılıyor.”
BİLİM DÜNYASI İÇİN İKİ AYRI KEŞİF
Araştırmanın iki ayrı bilimsel yeniliği beraber sunduğunu anlatan Kazancı, şunları kaydetti: “Yeniliklerden ilki, Türkiye’de ilk homo erectus fosilinin bulunmasıdır. Fosilin görünen özelliklerine göre, bulunan kafatası parçası, 20-40 yaş arası erkek bireye aittir. Dünyadaki bütün insanların Afrika kökenli olduğu ve buradan diğer kıtalara dağıldıkları, dağılma sırasında Ortadoğu ve Anadolu’dan mutlaka geçmiş olmaları gerektiği biliniyor ama bir türlü beklenen bulgu elde edilemiyordu. Bu kafatası parçası, ilk insanların dağılışları konusunda önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Fosilin içinde bulunduğu travertenler, termolüminesans yöntemi ile yaşlandırmalara göre 330 bin yıl ile 510 bin yıl arasında oluşmuştur. Buluntu yeri 510 bin yıl olarak yaşlandırılan seviyeye çok yakındır. Dolayısıyla, travertenler içinde kapanlanan iskelet de o zamana, yaklaşık 500 bin yıl öncesine aittir.”
Araştırma ile elde edilen ikinci yeniliğin ise bilinen en eski tüberküloz vakasının tanımlanarak tıp tarihine katkıda bulunması olduğunu anlatan Kazancı, “Şimdiye kadar veremin birkaç bin yıl önce ortaya çıkan bir hastalık olduğuna inanılıyordu. Homo erectus üzerinde bu hastalığın bulunuşu tüberkülozun insanlık tarihi kadar eski olduğunu göstermektedir” dedi.
Kazancı, “Tüberküloz teşhisi kafatası parçasının iç ve dış kalıpları üzerindeki ayrıntılı incelemeler sonucu ABD’de konuldu. Almanya da bu teşhisi doğrulattırılıyor” diye konuştu.
ARAŞTIRMAYI YAPAN EKİP
Kazancı’nın verdiği bilgiye göre, kendisinin de aralarında bulunduğu fosil üzerinde araştırmaları sürdüren ekip, Amerikalı John Kappelman, Türk araştırmacılar Mehmet Cihat Alçiçek, Mehmet Özkul, Şevket Şen ve Alman Michael Schultz isimli bilim adamlarından oluşuyor.
Kazancı, fosilin tür tanımlaması, kafatasının ve içinde bulunduğu kayaların yaşlandırmasının Türk araştırmacılar tarafından gerçekleştirildiğini söyledi.
TESADÜFLE BULUNUYOR
Prof. Dr. Kazancı tesadüflerle başlayan buluntu ve araştırma hikayesini şöyle anlattı: “Denizli’deki mermer traverten işletmelerden birinde traverten bloklarını kesen işçiler kemik parçalarına rastlıyorlar ve bunu blok içinde çıkarıyorlar. Kemikleri, o sırada tesadüfen burayı ziyaret eden Pamukkale Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü öğretim üyelerinden Mehmet Cihat Alçiçek istiyor ve alıyor. Daha sonra Türkiye jeolojisi için önemli ve korunması gerekebileceği için JEMİRKO’ya iletiyor. JEMİRKO, Paris Doğa Tarihi Müzesinden Şevket Şen’i de çağırarak örnek üzerinde ekip olarak çalışmaya başlıyorlar. Sonuçlar oldukça tatmin edici gözüküyor.”
Prof. Dr. Kazancı, fosilin üzerindeki bilimsel incelemelerin tamamlanmasından sonra, sergilenmek üzere ulusal bir müzeye teslim edileceğini bildirdi.
7 Aralık 2007
Yakan Fareler
Farelerde, yenen gıdadan alınan enerjiyi yağ şeklinde depolamak yerine, ısı olarak dışarıya bırakan protein belirlendi.
Amerikalı bilimadamları, kaslarında bu proteini daha çok üreten farelerin, aynı miktarda gıda alan diğer farelere göre daha zayıf kaldığını, daha fazla yaşadığını ve yaşlanmaya bağlı hastalıklara daha az yakalandıklarını belirlediler.
Missouri'deki Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Clay Semenkovich'in çalışması, "Cell Metabolism" adlı bilimsel dergide yayımlandı.
Dr. Clay Semenkovich, bu tür farelerin diğerlerinden ortalama 3 ay fazla yaşadığını, bunun insan ömründe 6-7 yıla karşılık geldiğini belirtti.
Söz konusu farelerin daha uzun yaşamalarının nedeninin, yaşlanmaya bağlı hastalıklara daha az yakalanmaları olabileceğini belirten Semenkovich, bu farelerde damar hastalıkları, yüksek tansiyon ve lenf kanserine daha az rastlandığını ifade etti.
Enerjiyi yağ olarak depolamayan farelerdeki bu proteinin insanda da bulunduğunu belirten Dr. Semenkovich, proteinin genetik çeşitliliğe göre farklılıklar gösterdiğini ve bu farklılıkların, daha fazla kilo alıp almama üzerinde etkili olduğunu ifade etti.
Dr. Semenkovich, bu keşif sayesinde metabolizmanın hızlandırılmasının ve bazı hastalıklara karşı farklı tedavi yöntemlerinin mümkün olabileceğini kaydetti.
Amerikalı bilimadamları, kaslarında bu proteini daha çok üreten farelerin, aynı miktarda gıda alan diğer farelere göre daha zayıf kaldığını, daha fazla yaşadığını ve yaşlanmaya bağlı hastalıklara daha az yakalandıklarını belirlediler.
Missouri'deki Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Clay Semenkovich'in çalışması, "Cell Metabolism" adlı bilimsel dergide yayımlandı.
Dr. Clay Semenkovich, bu tür farelerin diğerlerinden ortalama 3 ay fazla yaşadığını, bunun insan ömründe 6-7 yıla karşılık geldiğini belirtti.
Söz konusu farelerin daha uzun yaşamalarının nedeninin, yaşlanmaya bağlı hastalıklara daha az yakalanmaları olabileceğini belirten Semenkovich, bu farelerde damar hastalıkları, yüksek tansiyon ve lenf kanserine daha az rastlandığını ifade etti.
Enerjiyi yağ olarak depolamayan farelerdeki bu proteinin insanda da bulunduğunu belirten Dr. Semenkovich, proteinin genetik çeşitliliğe göre farklılıklar gösterdiğini ve bu farklılıkların, daha fazla kilo alıp almama üzerinde etkili olduğunu ifade etti.
Dr. Semenkovich, bu keşif sayesinde metabolizmanın hızlandırılmasının ve bazı hastalıklara karşı farklı tedavi yöntemlerinin mümkün olabileceğini kaydetti.
2 Aralık 2007
Ziyaretçi Potansiyeli
Blogumun ziyaretçi potansiyeli yanlışlıkla buldum ama girdim çıkamadımlarla doldu taşıyor.Etiketlerimden birini gayri ihtiyadi bir şekilde arama yapmış olanlar blogumu buluyorlar.Hoş yanlışlıkla da olsa doğruyu bulabilen insanların olması gerçekten güzel.
İşte bir kaç arama cümlesi
Matematiğin prensi
Sayılar
Kriptograf
Radyo Tatlıses Cenk ve Abuzer
Kulaklıkla otobüste radyo dinlemek
Son ikisine baya gülmüştüm ya :)
İşte bir kaç arama cümlesi
Matematiğin prensi
Sayılar
Kriptograf
Radyo Tatlıses Cenk ve Abuzer
Kulaklıkla otobüste radyo dinlemek
Son ikisine baya gülmüştüm ya :)
Şili'li bir hayırsever
Şili'de Bir Fahişe, Hayır Amacıyla 27 Saat Boyunca Seks Yapacak. Kız, Koyu Katolik Ülkede Her Yıl Yapılan En Önemli Hayır Organizasyonlarından Biri Olan Bağış Maratonu Kapsamındaki 'Teleton'a Katıldı.
Şili’de bir fahişe, hayır amacıyla 27 saat boyunca seks yapacak. Maria Carolina adlı eskort kız, koyu Katolik ülkede her yıl yapılan en önemli hayır organizasyonlarından biri olan bağış maratonu kapsamındaki "teleton"a katıldı. Bir kişi, Carolina ile 27 saat seks yapmak için açık artırmada 5 bin 400 dolar verdi.
Normalde 90 dakikalık bir "seansta" 300 dolar kazandığını söyleyen Carolina, şüpheleri yok etmek için bağış makbuzunu internet sitesine koyacak. Carolina, "Beni derinden etkileyen bir amaç uğruna, işimi yaparak katkıda bulunmak istiyorum. Bunu asil bir nedenle yapan bir insanı kim sorgulayabilir ki" dedi.
İki günlük bağış kampanyasını düzenleyen Teleton Vakfı’nın yöneticisi Mario Kreutzberger "ahlaksız" faaliyetleri teşvik etmediklerini, ancak bağışı kabul edeceklerini söyledi.
Şili’de bir fahişe, hayır amacıyla 27 saat boyunca seks yapacak. Maria Carolina adlı eskort kız, koyu Katolik ülkede her yıl yapılan en önemli hayır organizasyonlarından biri olan bağış maratonu kapsamındaki "teleton"a katıldı. Bir kişi, Carolina ile 27 saat seks yapmak için açık artırmada 5 bin 400 dolar verdi.
Normalde 90 dakikalık bir "seansta" 300 dolar kazandığını söyleyen Carolina, şüpheleri yok etmek için bağış makbuzunu internet sitesine koyacak. Carolina, "Beni derinden etkileyen bir amaç uğruna, işimi yaparak katkıda bulunmak istiyorum. Bunu asil bir nedenle yapan bir insanı kim sorgulayabilir ki" dedi.
İki günlük bağış kampanyasını düzenleyen Teleton Vakfı’nın yöneticisi Mario Kreutzberger "ahlaksız" faaliyetleri teşvik etmediklerini, ancak bağışı kabul edeceklerini söyledi.
6 Deney Dünya'nın sırrı için
Bilim dergisi Discover Aralık 2007 sayısında dünyanın en önemli 6 deneyimini açıklıyor. Bilimsel çalışmalara yön veren bu deneyler şunlar:
* İnsan beyninin çalışma şeklini taklit eden bilgisayar modeli
* Yeryüzü'ndeki yaşamın tarihini belirlemeye yarayan sistematik yeni bir yöntem
* Ekosistemi korumak için geliştirilmiş yepyeni bir plan
* Kara maddeyi yakalamaya yarayan dedektör
* Tüm denizlerde yaşayan yaratıkların envanterini çıkartmaya yarayan sayım sistemi
* Genomlara müdahale edilerek sıfırdan yaşam yaratmaya yarayan yöntem
MAVİ BEYİN PROJESİ
Bilim adamları anlaşılması en güç bilimsel kavramlara çözüm getirmek için bilgisayar modellerinden yararlanır. Evrenin kökeni, atomların davranış şekilleri ve dünyada iklimin geleceği bu kavramların başında geliyor. Son günlerde üzerinde en fazla konuşulan deney insan beyninin işleyişi ile ilgili bir bilgisayar modeli üzerindeki çalışmalar. İsviçre, Lozan'daki Ecole Polytechnique Federale'deki Beyin Akıl Enstitüsü'nden sinirbilimci Henry Markham , son 15 yılını canlı fare beynindeki hücrelerin haritasını çıkartma ayırdı. Sonuçta nöron bazında beyin simülasyonunu yarattı. IBM'den aldığı destekle, 100 milyar nörona sahip sanal bir insan beyni yaratmayı umut eden Markham, 2015 yılına kadar bu beyni çalıştırmayı planlıyor. Projeye Blue Brain adı verilmesinin nedeni IBM'in takma adının Big Blue olması.
Bilim adamları şimdilik, belleğin çalışması veya beyin hastalıkları gibi beynin işleyiş tarzını henüz tam anlamıyla kavramış değil. Markham'ın modeli elektronik olarak gerçek bir beynin biyolojik davranışlarını yansıtacak. Model ayrıca, sıra dışı fizyolojileri araştırmak için esnek bir yapıya sahip olacak. Elde edilecek veriler daha sonra bilgisayar görüntüleri üzerinden yorumlanacak.
IBM, bu kadar çok sayıda veriyi işleyebilmek için yalnızca bu deneye özel bir süperbilgisayar geliştirdi. Saniyede 22 trilyon operasyonu işleyebilecek kapasitede olan bu bilgisayardan yararlanan Markham, "neokortikal kolon" modeli yaratmayı başardı. "Beynin mikrodevresini üretmeyi başardık" diye konuşan Markham, "Bundan sonra yapacağımız tek şey bu modelin ölçeğini büyütmek" diyor.
Blue Brain ekibi başarılı olursa, bilim adamları ilk kez insan beyninin anlamlı fiziksel bir modeline sahip olacaklar. Bu aşamada şu soruya yanıt aranacak: "Beynin tüm işlevlerine sahip sanal bir beyin kendi düşüncelerini yaratacak yeteneğe sahip olabilecek mi?". Markham bu konuda henüz kesin bir şey söyleyemiyor. Ancak Blue Brain'in kendi kararlarını vermesini bekliyor. Bunun da "bilinç"in yaratılması anlamına geldiğine işaret eden Markham, "Tüm beyni inşa ettiğimiz zaman, eğer bilinç ortaya çıkarsa, bilinci sistematik olarak inceleme şansını elde edeceğiz" diyor.
YERYÜZÜ'NÜN YAŞINI
HESAPLAMA PROJESİ
Yaklaşık 250 milyon yıl önce Yeryüzü'ndeki yaşamın %90'ı olağanüstü bir duruma bağlı olarak yok oldu. Bu büyük yok oluşa Permian-Triassic adı verilir. Aynı dönemlerde St.Helens Yanardağı'ndan milyonlarca kez daha büyük yanardağlar patladı. Bu patlamaların sonucunda devasa boyutta toz ve gaz bulutları gökyüzünü kaplarken, karada milyonlarca karelik bir alan lavların altında kaldı. Bu kütlesel yok oluşa yanardağ patlamaları mı neden olmuştu? Bu sorunun yanıtı hangi olayın daha önce meydana geldiğine ve ne kadar sürdüğüne bağlı olarak değişir. Bilim adamları şimdilik bunun yanıtını bilemiyor.
Berkeley Jeokronoloji Merkezi'nden Paul Renne , Yeryüzü'nün yaşı ile ilgili tüm büyük sorularda benzer sorunlar yaşadıklarını söylüyor: "Nedensellik ile ilgili tartışmalar çoğunlukla zamana bağlıdır". İşte bu nedenle dünyanın dört bir yanında bilim adamları "Earthtime" adı verilen projeye katıldı. Bu 10 yıllık projenin amacı zamanın derinliklerini ölçmek için bilim adamlarının tekniklerini geliştirerek geçmişteki olayların dizilimini saptamak. Projeyi M.I.T.'deki jeolojik zaman uzmanı Sam Bowring ve Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nden paleontolog Douglas Erwin başlattı. Bowring, Yeryüzü'nün tarihini ölçmeye yarayan araç ve yöntemlerin sınırlarını zorlayacaklarını söylüyor.
Son 10 yıldır bu araçlar şaşırtıcı derecede hassaslaştı ve kesin sonuç vermeye başladı. Örneğin izotopların görece miktarını ölçen radyoizotop ölçüm tekniği 1970'lerden bu yana büyük gelişme kaydetti. 1070'lerde bilim adamları bu teknik yardımıyla 100 milyon yaşındaki kayaların yaşını birkaç milyon yıl hata payı ile tespit edebiliyorlardı. Bugün Bowring ve diğerleri bu payı 100.000 yıla indirmiş durumdalar.
Ancak bilim adamları, hassas ölçüm yapmalarının önündeki bazı engelleri kaldırmaya öncelik tanımak zorundalar, çünkü aynı ölçüm tekniklerini kullanan farklı laboratuvarlar, az da olsa farklı malzeme ve yöntemlerden yararlanıyorlar. Bu da farklı sonuçlara yol açıyor. Ölçülecek zaman dilimi çok eskilere uzanıyorsa, bunun pek bir önemi olmaz. Ancak artık bilim daha hassas bir evreye girdiği için deneysel hatalara bağlı olarak ortaya çıkan küçük tutarsızlıklar çok farklı sonuçlar doğurabiliyor.
Ancak sorunlar bununla sınırlı değil. Milyonlarca yıl önce yaşamış canlıların yaşını hesaplamakta kullanılan radyoizotop yönteminde bir grup bilim adamı uranyum kullanırken, bir diğer grup potasyum kullanıyor. Ayrıca yaş ölçümünde tamamen farklı yöntemlerden de yararlanılıyor. Bazı bilim adamları fosil kayıtlarını okurken, başkaları düzenli astronomik döngülerini incelerler. Ancak bugüne dek kimse bu farklı yöntemlerden elde edilen sonuçların uyumlu olup olmadığını kontrol etmeyi akıl etmedi. Bu, herkesin kendi saatine bakıp, farklı bir saat okumasına benziyor. Earthtime Projesi işte burada devreye giriyor ve bilim adamlarının kullandığı tüm "saatleri" senkronize ediyor. Bunun için Bowring ve ekibi, ölçüm yapan laboratuarlara standartlar (yaşları bilinen kaya örnekleri) adını verdikleri referans malzemeleri ve (bileşimleri bilinen az miktarda izotoplar) ve ölçüm araçları gönderdiler. Bugüne dek laboratuarlar farklı standartlar ve ölçüm araçları kullanıyorlardı . Bowring bu şekilde herkesin yarışa aynı noktadan başlamasını sağlayarak laboratuarlar arasındaki farkların giderileceğini düşünüyor.
EKİLİ
ORMAN PROJESİ
Güneydoğu Asya'nın Borneo adasında, ormancılar, çevreci biyologlar ve adanın yerli halkı toprağın kullanımı ile ilgili yeni bir modeli test etmek için bir araya geldi. Bu proje başarıya ulaşırsa herkese pastadan bir dilim düşecek ve bu proje dünyadaki tüm tropikal bölgelerde uygulanacak. "Planted Forests Project" adı verilen bu projenin amacı, bir yandan biyolojik çeşitliliği korurken, diğer taraftan yerel halkın topraktan ekonomik yarar sağlamasının yolunu açmak.
Malezya'da Sarawak eyalet yönetimi, projenin bütün bu amaçlara -ekonomik gelişme, vahşi doğanın korunması ve yerel halkın toprağa sahip olması- ulaşması için desteklemeye karar verdi. 1.900 kilometre karelik bir alan, ekili orman arazisi olarak ayrıldı. Toprağın yaklaşık yarısına akasya ağacı ekildi. Bu ağaç çok hızlı büyür ve kerestesi kağıtçılıkta kullanılır. Bölgenin %30'u ise koruma altına alındı. Yerli halk da geride kalan bölgede yaşamaya devam ediyor.
Malezya hükümeti hesabına çalışan biyolog Robert Stuebing , bu bölgede bazı toprakların kereste plantasyonuna ayrıldığını, kendi doğal haline bırakılan toprakların yerel bitki ve hayvan yaşamı için park vazifesi göreceğini belirtiyor. Orman Bakanlığı'na bağlı görevliler ve kerestecilerle birlikte çalışan Stuebing, orman koruma alanları arasında koridorlar açmış; böylece hayvanların bölgeler arasında dolaşabilmesini sağlamış.
Stuebing önceliği orman bölgesindeki canlıların envanterinin çıkartılmasına veriyor . Bilim adamları ormandaki yerel hayvan ve bitki envanterini oluşturmak için kolları sıvamış durumda. Orman Bakanlığı yetkilileri tüm türleri tek tek işliyor. Daha önce gözden kaçan hayvan türleri tek tek işlenmiş. Araştırmacılar bugüne dek bölgede dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen 18 sümüklüböcek türü keşfetmiş.
Bu deney, insanların hayatını ormanlardan kazandığı bölgelerde, vahşi yaşamı koruma projesiyle, insanın yaşamını sürdürme faaliyetlerinin birlikte sürdürülebileceğini göstermesi açısından tüm dünyaya örnek oluşturuyor. Stuebing, "Planted Forest Projesi sürdürülebilir gibi görünüyor ve biyolojik olarak da tüm canlılara yarar sağlayacak" diyor.
Stuebing'in haklı olması durumunda dünyanın dört bir yanındaki bölgesel kalkınma uzmanları, vahşi doğa ve insan arasındaki dengeyi korumak adına bu stratejiyi başka yerlerde de uygulamayı düşünüyor.
KARAMADDEYİ YAKALAMA DENEYİ
Son 75 yıldır bilim adamları nafile yere kara madde parçacıklarını aradı durdu. Kara madde derin uzayı kapladığı ve galaksileri birbirine yapıştırdığı varsayılan görünmez bir maddedir. Gelecek yıl İtalya'nın merkezindeki bir mağaranın derinliklerine gömülü olan, içi sıvı dolu bir fıçı bu esrarı aydınlatacak. Uluslararası fizikçilerin oluşturduğu bir ekibin hazırladığı XENON100 adı verilen basit bir deney, çok iddialı bir amaca hizmet ediyor. Hedef, bir parça kara maddenin -WIMP olarak biliniyor (weakly interacting massive particles) -sıvı ksenon atom çekirdeğine çarpıp, ışık ve elektrik şarjını tetiklediği anı kaydetmektir. Xenon ekibi lideri ve Columbia Üniversitesi'nden fizikçi Elena Aprile , "Bu olayları görme şansımız çok kuvvetli" diye konuşuyor.
Son kuramlara ve gözlemlere göre evrende, normal dünyayı oluşturan atomik maddenin 6 katı kadar kara madde vardır. Sayılmayacak kadar çok sayıda (milyarlarca) kara madde parçacığı saniyede bir Yeryüzü'den geçip gitmekle birlikte (hatta insanların içinden bile geçip gidibiliyor) görülmezler; çünkü bunların elektrik şarjı yoktur ve atomik madde ile nadiren etkileşime girer. O zaman geriye tek bir yol kalıyor; o da bunları yakalamak için tuzak kurmak.
Dünyada şu anda bilim adamlarından oluşan 10 ekip başıboş gezen WIMP'lerin sıradan maddenin atomuna çarptığı anı görüntülemek için deney yapıyor. Ancak en son XENON projesi bunların içinde en hassası. Deneylerin hepsi toprağın altında yapılıyor. Burada amaç dedektörleri geri plan radyasyonundan korumak. İtalyan'ların Gran Sasso Ulusal Laboratuvarı bir dağın 1.380 metre altındaki mağaranın içinde bulunuyor.
XENON 100, daha önceki XENON 10 deneyinin ölçek olarak daha geniş tutulmuş versiyonu. Bu deney, WIMP'leri yakalamak için sıvı ksenon -oda sıcaklığında süreduran bir gaz- kullanıyor. Dedektör ise koruyucu bir kasanın içine gizlenmiş, paslanmaz çelikten bir silindir. İçinde -140 derece Fanrenheit'a kadar soğutulmuş 150 kg ksenon bulunuyor. Ksenonun en önemli özelliği WIMP'in atomlarından birinin çekirdeğine çarptığı zaman kısa bir ışık çakması yaratması. Silindirin dibinde bir takım sansör, bu sinyali kaydederken, üst taraftaki sensörler WIMP'ten çıkan elektronların kısa kaçış serüvenini tespit edecek. Bilim adamları iki sinyali okuyarak ve bu ikisi arasındaki süre farkını ölçerek çarpma noktasını silindirin içindeki bir noktayı üç boyutlu olarak sabitleyebilecekler.
Karamadde yalnızca WIMP'lerden oluşmuyor. Kuramcılar başka kara madde parçacıklarının da olduğunu söylüyor. Ancak bunların varlığı kanıtlanırsa parçacık fiziği konusundaki eksik halka tamamlanmış olacak.
DENİZLERDE NÜFUS SAYIMI
Okyanuslarda neler yaşıyor? 2000 yılında bu aldatıcı ancak basit soru 650 milyon dolarlık bir projenin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu proje denizlerdeki bitkiler, hayvanlar, bakteriler, ve mantarların kataloğunun çıkartılmasını öngörüyor. "Okyanuslardaki yaşamın çeşitliliği konusunda en ufak bir fikrimiz yok" diye konuşan Rutgers Üniversitesi'nden biyoloğ Fred Grassle, "Bunlar mercan kayaları, derin deniz dipleri veya insanların yazlıklarının bulunduğu kıyı şeridinde bulunabilir" diyor. Yok olma tehlikesi altında bulunan türleri ve doğal çevreyi tespit etmesine yardımcı olan nüfus sayımı okyanus kaynaklarının daha iyi korunmasına da destek sağlayacak. Yeni keşfedilen yaratıklar ayrıca ilaç sanayi veya sanayi uygulamaları için altın madeni oluşturabilecek.
Dünyanın denizlerindeki tüm canlıların sayımı zaman ve emek yoğun bir çalışma olduğu için 80 ülkeden gelen bilim adamları denizleri kontrol altında tutulabilir 17 alt bölgeye ayırdılar.
Deniz bilimciler planktonları avlamak için ince ağlardan yararlanıyor; büyük deniz yaratıklarının göç yollarını araştırmak için hayvanları etiketliyor; mikropların DNA'larının dizilimlerini çıkartıyor; deniz dibi yaratıklarını incelemek için deniz tabanlarını tarıyorlar.
Bu sayımın ölçeği ve kapsamı daha önceki biyolojik araştırmaların çok ötesinde. Bu on yıllık projenin 7 yılının tamamladığına dikkat çeken Grassle çalışmanın program çerçevesine uygun olarak sürdürüldüğünü belirtiyor. Bugüne dek bilinmeyen 5.300 organizmanın keşfedildiğini kaydeden Grassle, bütün bu bilgilerin Ocean Biogeographic Information System sayfasına (www.iobis.org) kaydedildiğini belirtiyor.
YAPAY YAŞAM
19990'lı yılların ortalarında Craig Venter, kendisinin ve ekibinin, merkezi yönetime bağlı bilim adamlarının oluşturduğu ekipten çok daha uzun süre önce insan genomunu çözdüğünü açıklayarak büyük ün kazandı. Ancak Venter bu ekip ile ilişkisini kesmedi.
Ancak Venter, insan genomu kadar önemli başka bir konu ile de ilgileniyor. Venter'in kurduğu Synthetic Genomics isimli biyoteknoloji şirketi, sıfırdan genom yaratmaya uğraşıyor. Venter, anılarını topladığı "Life Decoded" isimli kitabında, "Yapay bir yaşam yaratarak yaşamın yazılımını anlamaya çabalıyoruz" diyor.
Venter bu planı ilk kez 2002 yılında dünya kamuoyuna duyurdu. Bu tarihten bugüne dek projesinden vazgeçmiş değil. Bu planın ilk aşaması şöyle: Bir mikrobun laboratuvar ortamında yaşayabilmesi için ihtiyacı olan en az sayıdaki geni tespit edilecek. Bilim adamları ikinci aşamada bu minimum miktardaki genomu işlenmemiş hammaddeden sentezleyerek taşıyıcı bir hücrenin içine yerleştirecek. Genom, burada kendi proteinlerini üreterek zaman içinde hücreyi yeni bir yaratığa dönüştürecek.
Venter, minimal genomu üretmek için Mycoplasma genitalium adı verilen mikrop üzerinde odaklanıyor. Bu mikrop idrar yollarında enfeksiyona yol açar. Venter ve ekibi bu parazit mikrobun 482 adet geni (insanlarda gen miktarı yaklaşık 18.000) olduğunu tespit ettiler.. Daha sonra bu genleri tek tek analiz ederek mikrobun hayatta kalması için kaç tanesinin gerekli olduğunu araştırdılar. Geçen yıl M.genitalium'un 100 geni olmadan da hayatta kalabildiğini gözlemlediler. Venter "Şimdi kaç geni tek tek yok edebileceğimizi biliyoruz. Ama aynı anda kaç geni ortadan kaldırabileceğimizi henüz bilmiyoruz" diyor. Eğer geride kalan 382 gen yaşamın sürdürülebilmesi için yeterliyse , Venter ve ekibi bunlardan bir genom oluşturarak bir hücrenin içine yerleştirecek.
Venter, bugüne dek kimsenin bakteriyel genomu başarıyla nakledemediğinin farkında. Ve bu nakil işleminin başarıyla sonuçlanmama olasılığı çok yüksek. Venter bu konuda görüşlerini şöyle dile getiriyor: "Hücreler genellikle içlerine enjekte edilmiş başka bir hücrenin DNA'sını
sevmezler. Ancak geçen haziran ayında ekibim Mycoplasma mycoides'in içinden çıkarttıkları genomu Mycoplasma capricolum mikrobunun içine yerleştirdiler. Bu ikisi akraba olmakla birlikte, farklı bir türdür. Yapılan testlerde alıcı bakteri kendi genomunu kaybederken, donör genomu baskın olmaya başladı. Bu deney, bu alanda bir devrimdir."
İlk sentetik türü birkaç ay içinde elde etmeyi uman Venter, bu çalışmayı yeni bir çeşit genetik mühendislik olarak yorumluyor.
Kaynak: Discover, Aralık 2007 (Cumhuriyet Bilim Teknik)
* İnsan beyninin çalışma şeklini taklit eden bilgisayar modeli
* Yeryüzü'ndeki yaşamın tarihini belirlemeye yarayan sistematik yeni bir yöntem
* Ekosistemi korumak için geliştirilmiş yepyeni bir plan
* Kara maddeyi yakalamaya yarayan dedektör
* Tüm denizlerde yaşayan yaratıkların envanterini çıkartmaya yarayan sayım sistemi
* Genomlara müdahale edilerek sıfırdan yaşam yaratmaya yarayan yöntem
MAVİ BEYİN PROJESİ
Bilim adamları anlaşılması en güç bilimsel kavramlara çözüm getirmek için bilgisayar modellerinden yararlanır. Evrenin kökeni, atomların davranış şekilleri ve dünyada iklimin geleceği bu kavramların başında geliyor. Son günlerde üzerinde en fazla konuşulan deney insan beyninin işleyişi ile ilgili bir bilgisayar modeli üzerindeki çalışmalar. İsviçre, Lozan'daki Ecole Polytechnique Federale'deki Beyin Akıl Enstitüsü'nden sinirbilimci Henry Markham , son 15 yılını canlı fare beynindeki hücrelerin haritasını çıkartma ayırdı. Sonuçta nöron bazında beyin simülasyonunu yarattı. IBM'den aldığı destekle, 100 milyar nörona sahip sanal bir insan beyni yaratmayı umut eden Markham, 2015 yılına kadar bu beyni çalıştırmayı planlıyor. Projeye Blue Brain adı verilmesinin nedeni IBM'in takma adının Big Blue olması.
Bilim adamları şimdilik, belleğin çalışması veya beyin hastalıkları gibi beynin işleyiş tarzını henüz tam anlamıyla kavramış değil. Markham'ın modeli elektronik olarak gerçek bir beynin biyolojik davranışlarını yansıtacak. Model ayrıca, sıra dışı fizyolojileri araştırmak için esnek bir yapıya sahip olacak. Elde edilecek veriler daha sonra bilgisayar görüntüleri üzerinden yorumlanacak.
IBM, bu kadar çok sayıda veriyi işleyebilmek için yalnızca bu deneye özel bir süperbilgisayar geliştirdi. Saniyede 22 trilyon operasyonu işleyebilecek kapasitede olan bu bilgisayardan yararlanan Markham, "neokortikal kolon" modeli yaratmayı başardı. "Beynin mikrodevresini üretmeyi başardık" diye konuşan Markham, "Bundan sonra yapacağımız tek şey bu modelin ölçeğini büyütmek" diyor.
Blue Brain ekibi başarılı olursa, bilim adamları ilk kez insan beyninin anlamlı fiziksel bir modeline sahip olacaklar. Bu aşamada şu soruya yanıt aranacak: "Beynin tüm işlevlerine sahip sanal bir beyin kendi düşüncelerini yaratacak yeteneğe sahip olabilecek mi?". Markham bu konuda henüz kesin bir şey söyleyemiyor. Ancak Blue Brain'in kendi kararlarını vermesini bekliyor. Bunun da "bilinç"in yaratılması anlamına geldiğine işaret eden Markham, "Tüm beyni inşa ettiğimiz zaman, eğer bilinç ortaya çıkarsa, bilinci sistematik olarak inceleme şansını elde edeceğiz" diyor.
YERYÜZÜ'NÜN YAŞINI
HESAPLAMA PROJESİ
Yaklaşık 250 milyon yıl önce Yeryüzü'ndeki yaşamın %90'ı olağanüstü bir duruma bağlı olarak yok oldu. Bu büyük yok oluşa Permian-Triassic adı verilir. Aynı dönemlerde St.Helens Yanardağı'ndan milyonlarca kez daha büyük yanardağlar patladı. Bu patlamaların sonucunda devasa boyutta toz ve gaz bulutları gökyüzünü kaplarken, karada milyonlarca karelik bir alan lavların altında kaldı. Bu kütlesel yok oluşa yanardağ patlamaları mı neden olmuştu? Bu sorunun yanıtı hangi olayın daha önce meydana geldiğine ve ne kadar sürdüğüne bağlı olarak değişir. Bilim adamları şimdilik bunun yanıtını bilemiyor.
Berkeley Jeokronoloji Merkezi'nden Paul Renne , Yeryüzü'nün yaşı ile ilgili tüm büyük sorularda benzer sorunlar yaşadıklarını söylüyor: "Nedensellik ile ilgili tartışmalar çoğunlukla zamana bağlıdır". İşte bu nedenle dünyanın dört bir yanında bilim adamları "Earthtime" adı verilen projeye katıldı. Bu 10 yıllık projenin amacı zamanın derinliklerini ölçmek için bilim adamlarının tekniklerini geliştirerek geçmişteki olayların dizilimini saptamak. Projeyi M.I.T.'deki jeolojik zaman uzmanı Sam Bowring ve Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nden paleontolog Douglas Erwin başlattı. Bowring, Yeryüzü'nün tarihini ölçmeye yarayan araç ve yöntemlerin sınırlarını zorlayacaklarını söylüyor.
Son 10 yıldır bu araçlar şaşırtıcı derecede hassaslaştı ve kesin sonuç vermeye başladı. Örneğin izotopların görece miktarını ölçen radyoizotop ölçüm tekniği 1970'lerden bu yana büyük gelişme kaydetti. 1070'lerde bilim adamları bu teknik yardımıyla 100 milyon yaşındaki kayaların yaşını birkaç milyon yıl hata payı ile tespit edebiliyorlardı. Bugün Bowring ve diğerleri bu payı 100.000 yıla indirmiş durumdalar.
Ancak bilim adamları, hassas ölçüm yapmalarının önündeki bazı engelleri kaldırmaya öncelik tanımak zorundalar, çünkü aynı ölçüm tekniklerini kullanan farklı laboratuvarlar, az da olsa farklı malzeme ve yöntemlerden yararlanıyorlar. Bu da farklı sonuçlara yol açıyor. Ölçülecek zaman dilimi çok eskilere uzanıyorsa, bunun pek bir önemi olmaz. Ancak artık bilim daha hassas bir evreye girdiği için deneysel hatalara bağlı olarak ortaya çıkan küçük tutarsızlıklar çok farklı sonuçlar doğurabiliyor.
Ancak sorunlar bununla sınırlı değil. Milyonlarca yıl önce yaşamış canlıların yaşını hesaplamakta kullanılan radyoizotop yönteminde bir grup bilim adamı uranyum kullanırken, bir diğer grup potasyum kullanıyor. Ayrıca yaş ölçümünde tamamen farklı yöntemlerden de yararlanılıyor. Bazı bilim adamları fosil kayıtlarını okurken, başkaları düzenli astronomik döngülerini incelerler. Ancak bugüne dek kimse bu farklı yöntemlerden elde edilen sonuçların uyumlu olup olmadığını kontrol etmeyi akıl etmedi. Bu, herkesin kendi saatine bakıp, farklı bir saat okumasına benziyor. Earthtime Projesi işte burada devreye giriyor ve bilim adamlarının kullandığı tüm "saatleri" senkronize ediyor. Bunun için Bowring ve ekibi, ölçüm yapan laboratuarlara standartlar (yaşları bilinen kaya örnekleri) adını verdikleri referans malzemeleri ve (bileşimleri bilinen az miktarda izotoplar) ve ölçüm araçları gönderdiler. Bugüne dek laboratuarlar farklı standartlar ve ölçüm araçları kullanıyorlardı . Bowring bu şekilde herkesin yarışa aynı noktadan başlamasını sağlayarak laboratuarlar arasındaki farkların giderileceğini düşünüyor.
EKİLİ
ORMAN PROJESİ
Güneydoğu Asya'nın Borneo adasında, ormancılar, çevreci biyologlar ve adanın yerli halkı toprağın kullanımı ile ilgili yeni bir modeli test etmek için bir araya geldi. Bu proje başarıya ulaşırsa herkese pastadan bir dilim düşecek ve bu proje dünyadaki tüm tropikal bölgelerde uygulanacak. "Planted Forests Project" adı verilen bu projenin amacı, bir yandan biyolojik çeşitliliği korurken, diğer taraftan yerel halkın topraktan ekonomik yarar sağlamasının yolunu açmak.
Malezya'da Sarawak eyalet yönetimi, projenin bütün bu amaçlara -ekonomik gelişme, vahşi doğanın korunması ve yerel halkın toprağa sahip olması- ulaşması için desteklemeye karar verdi. 1.900 kilometre karelik bir alan, ekili orman arazisi olarak ayrıldı. Toprağın yaklaşık yarısına akasya ağacı ekildi. Bu ağaç çok hızlı büyür ve kerestesi kağıtçılıkta kullanılır. Bölgenin %30'u ise koruma altına alındı. Yerli halk da geride kalan bölgede yaşamaya devam ediyor.
Malezya hükümeti hesabına çalışan biyolog Robert Stuebing , bu bölgede bazı toprakların kereste plantasyonuna ayrıldığını, kendi doğal haline bırakılan toprakların yerel bitki ve hayvan yaşamı için park vazifesi göreceğini belirtiyor. Orman Bakanlığı'na bağlı görevliler ve kerestecilerle birlikte çalışan Stuebing, orman koruma alanları arasında koridorlar açmış; böylece hayvanların bölgeler arasında dolaşabilmesini sağlamış.
Stuebing önceliği orman bölgesindeki canlıların envanterinin çıkartılmasına veriyor . Bilim adamları ormandaki yerel hayvan ve bitki envanterini oluşturmak için kolları sıvamış durumda. Orman Bakanlığı yetkilileri tüm türleri tek tek işliyor. Daha önce gözden kaçan hayvan türleri tek tek işlenmiş. Araştırmacılar bugüne dek bölgede dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen 18 sümüklüböcek türü keşfetmiş.
Bu deney, insanların hayatını ormanlardan kazandığı bölgelerde, vahşi yaşamı koruma projesiyle, insanın yaşamını sürdürme faaliyetlerinin birlikte sürdürülebileceğini göstermesi açısından tüm dünyaya örnek oluşturuyor. Stuebing, "Planted Forest Projesi sürdürülebilir gibi görünüyor ve biyolojik olarak da tüm canlılara yarar sağlayacak" diyor.
Stuebing'in haklı olması durumunda dünyanın dört bir yanındaki bölgesel kalkınma uzmanları, vahşi doğa ve insan arasındaki dengeyi korumak adına bu stratejiyi başka yerlerde de uygulamayı düşünüyor.
KARAMADDEYİ YAKALAMA DENEYİ
Son 75 yıldır bilim adamları nafile yere kara madde parçacıklarını aradı durdu. Kara madde derin uzayı kapladığı ve galaksileri birbirine yapıştırdığı varsayılan görünmez bir maddedir. Gelecek yıl İtalya'nın merkezindeki bir mağaranın derinliklerine gömülü olan, içi sıvı dolu bir fıçı bu esrarı aydınlatacak. Uluslararası fizikçilerin oluşturduğu bir ekibin hazırladığı XENON100 adı verilen basit bir deney, çok iddialı bir amaca hizmet ediyor. Hedef, bir parça kara maddenin -WIMP olarak biliniyor (weakly interacting massive particles) -sıvı ksenon atom çekirdeğine çarpıp, ışık ve elektrik şarjını tetiklediği anı kaydetmektir. Xenon ekibi lideri ve Columbia Üniversitesi'nden fizikçi Elena Aprile , "Bu olayları görme şansımız çok kuvvetli" diye konuşuyor.
Son kuramlara ve gözlemlere göre evrende, normal dünyayı oluşturan atomik maddenin 6 katı kadar kara madde vardır. Sayılmayacak kadar çok sayıda (milyarlarca) kara madde parçacığı saniyede bir Yeryüzü'den geçip gitmekle birlikte (hatta insanların içinden bile geçip gidibiliyor) görülmezler; çünkü bunların elektrik şarjı yoktur ve atomik madde ile nadiren etkileşime girer. O zaman geriye tek bir yol kalıyor; o da bunları yakalamak için tuzak kurmak.
Dünyada şu anda bilim adamlarından oluşan 10 ekip başıboş gezen WIMP'lerin sıradan maddenin atomuna çarptığı anı görüntülemek için deney yapıyor. Ancak en son XENON projesi bunların içinde en hassası. Deneylerin hepsi toprağın altında yapılıyor. Burada amaç dedektörleri geri plan radyasyonundan korumak. İtalyan'ların Gran Sasso Ulusal Laboratuvarı bir dağın 1.380 metre altındaki mağaranın içinde bulunuyor.
XENON 100, daha önceki XENON 10 deneyinin ölçek olarak daha geniş tutulmuş versiyonu. Bu deney, WIMP'leri yakalamak için sıvı ksenon -oda sıcaklığında süreduran bir gaz- kullanıyor. Dedektör ise koruyucu bir kasanın içine gizlenmiş, paslanmaz çelikten bir silindir. İçinde -140 derece Fanrenheit'a kadar soğutulmuş 150 kg ksenon bulunuyor. Ksenonun en önemli özelliği WIMP'in atomlarından birinin çekirdeğine çarptığı zaman kısa bir ışık çakması yaratması. Silindirin dibinde bir takım sansör, bu sinyali kaydederken, üst taraftaki sensörler WIMP'ten çıkan elektronların kısa kaçış serüvenini tespit edecek. Bilim adamları iki sinyali okuyarak ve bu ikisi arasındaki süre farkını ölçerek çarpma noktasını silindirin içindeki bir noktayı üç boyutlu olarak sabitleyebilecekler.
Karamadde yalnızca WIMP'lerden oluşmuyor. Kuramcılar başka kara madde parçacıklarının da olduğunu söylüyor. Ancak bunların varlığı kanıtlanırsa parçacık fiziği konusundaki eksik halka tamamlanmış olacak.
DENİZLERDE NÜFUS SAYIMI
Okyanuslarda neler yaşıyor? 2000 yılında bu aldatıcı ancak basit soru 650 milyon dolarlık bir projenin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu proje denizlerdeki bitkiler, hayvanlar, bakteriler, ve mantarların kataloğunun çıkartılmasını öngörüyor. "Okyanuslardaki yaşamın çeşitliliği konusunda en ufak bir fikrimiz yok" diye konuşan Rutgers Üniversitesi'nden biyoloğ Fred Grassle, "Bunlar mercan kayaları, derin deniz dipleri veya insanların yazlıklarının bulunduğu kıyı şeridinde bulunabilir" diyor. Yok olma tehlikesi altında bulunan türleri ve doğal çevreyi tespit etmesine yardımcı olan nüfus sayımı okyanus kaynaklarının daha iyi korunmasına da destek sağlayacak. Yeni keşfedilen yaratıklar ayrıca ilaç sanayi veya sanayi uygulamaları için altın madeni oluşturabilecek.
Dünyanın denizlerindeki tüm canlıların sayımı zaman ve emek yoğun bir çalışma olduğu için 80 ülkeden gelen bilim adamları denizleri kontrol altında tutulabilir 17 alt bölgeye ayırdılar.
Deniz bilimciler planktonları avlamak için ince ağlardan yararlanıyor; büyük deniz yaratıklarının göç yollarını araştırmak için hayvanları etiketliyor; mikropların DNA'larının dizilimlerini çıkartıyor; deniz dibi yaratıklarını incelemek için deniz tabanlarını tarıyorlar.
Bu sayımın ölçeği ve kapsamı daha önceki biyolojik araştırmaların çok ötesinde. Bu on yıllık projenin 7 yılının tamamladığına dikkat çeken Grassle çalışmanın program çerçevesine uygun olarak sürdürüldüğünü belirtiyor. Bugüne dek bilinmeyen 5.300 organizmanın keşfedildiğini kaydeden Grassle, bütün bu bilgilerin Ocean Biogeographic Information System sayfasına (www.iobis.org) kaydedildiğini belirtiyor.
YAPAY YAŞAM
19990'lı yılların ortalarında Craig Venter, kendisinin ve ekibinin, merkezi yönetime bağlı bilim adamlarının oluşturduğu ekipten çok daha uzun süre önce insan genomunu çözdüğünü açıklayarak büyük ün kazandı. Ancak Venter bu ekip ile ilişkisini kesmedi.
Ancak Venter, insan genomu kadar önemli başka bir konu ile de ilgileniyor. Venter'in kurduğu Synthetic Genomics isimli biyoteknoloji şirketi, sıfırdan genom yaratmaya uğraşıyor. Venter, anılarını topladığı "Life Decoded" isimli kitabında, "Yapay bir yaşam yaratarak yaşamın yazılımını anlamaya çabalıyoruz" diyor.
Venter bu planı ilk kez 2002 yılında dünya kamuoyuna duyurdu. Bu tarihten bugüne dek projesinden vazgeçmiş değil. Bu planın ilk aşaması şöyle: Bir mikrobun laboratuvar ortamında yaşayabilmesi için ihtiyacı olan en az sayıdaki geni tespit edilecek. Bilim adamları ikinci aşamada bu minimum miktardaki genomu işlenmemiş hammaddeden sentezleyerek taşıyıcı bir hücrenin içine yerleştirecek. Genom, burada kendi proteinlerini üreterek zaman içinde hücreyi yeni bir yaratığa dönüştürecek.
Venter, minimal genomu üretmek için Mycoplasma genitalium adı verilen mikrop üzerinde odaklanıyor. Bu mikrop idrar yollarında enfeksiyona yol açar. Venter ve ekibi bu parazit mikrobun 482 adet geni (insanlarda gen miktarı yaklaşık 18.000) olduğunu tespit ettiler.. Daha sonra bu genleri tek tek analiz ederek mikrobun hayatta kalması için kaç tanesinin gerekli olduğunu araştırdılar. Geçen yıl M.genitalium'un 100 geni olmadan da hayatta kalabildiğini gözlemlediler. Venter "Şimdi kaç geni tek tek yok edebileceğimizi biliyoruz. Ama aynı anda kaç geni ortadan kaldırabileceğimizi henüz bilmiyoruz" diyor. Eğer geride kalan 382 gen yaşamın sürdürülebilmesi için yeterliyse , Venter ve ekibi bunlardan bir genom oluşturarak bir hücrenin içine yerleştirecek.
Venter, bugüne dek kimsenin bakteriyel genomu başarıyla nakledemediğinin farkında. Ve bu nakil işleminin başarıyla sonuçlanmama olasılığı çok yüksek. Venter bu konuda görüşlerini şöyle dile getiriyor: "Hücreler genellikle içlerine enjekte edilmiş başka bir hücrenin DNA'sını
sevmezler. Ancak geçen haziran ayında ekibim Mycoplasma mycoides'in içinden çıkarttıkları genomu Mycoplasma capricolum mikrobunun içine yerleştirdiler. Bu ikisi akraba olmakla birlikte, farklı bir türdür. Yapılan testlerde alıcı bakteri kendi genomunu kaybederken, donör genomu baskın olmaya başladı. Bu deney, bu alanda bir devrimdir."
İlk sentetik türü birkaç ay içinde elde etmeyi uman Venter, bu çalışmayı yeni bir çeşit genetik mühendislik olarak yorumluyor.
Kaynak: Discover, Aralık 2007 (Cumhuriyet Bilim Teknik)
Temiz Su
Ünlü magazin dergisi Esquire tarafından yapılan listeye giren profesör 'Kir mıknatısı' adlı projesi ile girdi.
angladeş'te her yıl 82 milyon insanın arsenikli suyun sebep olduğu kanserden hayatını kaybettiğini belirten dergi, Rice Üniversitesi'nden Türk bilim adamı Dr. Cafer Yavuz'un da aralarında bulunduğu Profesör Vicki Colvin başkanlığındaki ekibin suyu temizlemek için yeni, kolay ve ucuz bir yöntem bulduğunu yazdı. Hiç elektrik kullanılmadığı için köydeki insanların bile rahatlıkla kullanabileceği metot, şu an kullanılan yöntemlerden çok daha etkili.
Kat kat daha etkili
Dünyayı değiştirecek 6 düşüncenin tanıtıldığı yazıda, Rice Üniversitesi'nde çalışan Kimya, Kimyasal ve Biomoleküler profesörü ve ekibinin daha büyük planları olduğu belirtilerek, su temizleme sisteminin çalışmada ilk basamak olduğuna dikkat çekildi. Türk bilim adamı Yavuz, projeyle ilgili bilgi verirken, "Eski çalışmadan farkı manyetik nano parçacıklar demir pası ve sabundan elde ediliyor. Bu yöntemle maliyet düşüyor" dedi.
Nanoteknoloji Projesi'ne göre, sudaki arsenik, saç telinin 5 binde biri büyüklüğünde demir oksit parçacıklarıyla temizlenecek. 12 nanometre çapındaki parçacıkların zehirli maddeleri bugün kullanılan filtrelerden yüz ile bin kat arasında daha etkili arındırması hedefleniyor. Cafer Yavuz, projesini şöyle anlatıyor:
Sonuç gerçekten güzeldi
"Rice Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü, içme sularında çok ciddi problem olan arsenik (3 ve 5 arsenatlar) üzerine yoğunlaştı. Suları temizlemek için demir oksit kullanıyorlardı; ama
sorunları vardı.
Çok fazla atık ortaya çıkıyor ve emildikten sonra geriye salma olayı vardı. Onların kullanabileceği halde hazırlayıp onlara malzememizden sunduk.Sonuç mükemmeldi"
angladeş'te her yıl 82 milyon insanın arsenikli suyun sebep olduğu kanserden hayatını kaybettiğini belirten dergi, Rice Üniversitesi'nden Türk bilim adamı Dr. Cafer Yavuz'un da aralarında bulunduğu Profesör Vicki Colvin başkanlığındaki ekibin suyu temizlemek için yeni, kolay ve ucuz bir yöntem bulduğunu yazdı. Hiç elektrik kullanılmadığı için köydeki insanların bile rahatlıkla kullanabileceği metot, şu an kullanılan yöntemlerden çok daha etkili.
Kat kat daha etkili
Dünyayı değiştirecek 6 düşüncenin tanıtıldığı yazıda, Rice Üniversitesi'nde çalışan Kimya, Kimyasal ve Biomoleküler profesörü ve ekibinin daha büyük planları olduğu belirtilerek, su temizleme sisteminin çalışmada ilk basamak olduğuna dikkat çekildi. Türk bilim adamı Yavuz, projeyle ilgili bilgi verirken, "Eski çalışmadan farkı manyetik nano parçacıklar demir pası ve sabundan elde ediliyor. Bu yöntemle maliyet düşüyor" dedi.
Nanoteknoloji Projesi'ne göre, sudaki arsenik, saç telinin 5 binde biri büyüklüğünde demir oksit parçacıklarıyla temizlenecek. 12 nanometre çapındaki parçacıkların zehirli maddeleri bugün kullanılan filtrelerden yüz ile bin kat arasında daha etkili arındırması hedefleniyor. Cafer Yavuz, projesini şöyle anlatıyor:
Sonuç gerçekten güzeldi
"Rice Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü, içme sularında çok ciddi problem olan arsenik (3 ve 5 arsenatlar) üzerine yoğunlaştı. Suları temizlemek için demir oksit kullanıyorlardı; ama
sorunları vardı.
Çok fazla atık ortaya çıkıyor ve emildikten sonra geriye salma olayı vardı. Onların kullanabileceği halde hazırlayıp onlara malzememizden sunduk.Sonuç mükemmeldi"
Siberimiz Soğuğumuz Ve Savaşımız Üç Beyazımız gibi ama...
Dünyada güvenliğe ilişkin en büyük tehditlerden birini, gelecek 10 yılda bilgisayar sistemleri üzerinde bir ''siber soğuk savaşın'' oluşturacağı yorumu yapıldı.
İnternet güvenlik şirketi McAfee'nin yıllık raporunda, yaklaşık 120 ülkenin, mali piyasalar, resmi bilgisayarlar sistemleri ve kamu hizmetleri alanında interneti kullanmak için yollar geliştirdiği kaydedildi.
Rapora göre, istihbarat örgütleri hala, zayıf noktalarını bulmak için diğer devletlerin bilgisayar ağlarını sürekli sınıyor ve tekniklerini her yıl daha da geliştiriyor.
Raporda, hükümetlerin de acilen sanayi casusluğuna ve alt yapılarına yönelik saldırılara karşı korumalarını güçlendirmeleri gerektiği belirtildi.
Şirket yetkilerinden Jeff Green, "siber suçların küresel bir sorunhaline geldiğini ve önemli ölçüde geliştiğini" kaydederek, bu tür suçların artık sadece sanayi kuruluşları ve bireyleri tehdit etmediğini, giderek artan biçimde ulusal güvenliğe yönelik de tehdit oluşturduğunu söyledi.
Çin'in siber savaşın ön saflarında olduğu yorumu yapılan raporda, Washington'daki İstihbarat ve Araştırma Merkezi'nin Müdürü James Mulvenon'un "Siyasi ve askeri amaçlarla siber saldırıyı ilk kullanacakların Çinliler olduğu" yönündeki ifadesine yer verildi.
İngiltere'nin Ağır Organize Suçlar Kurumu, FBI ve NATO'nun verilerinden yararlanıldığı kaydedilen raporda, Estonya'da Nisan ve Mayıs aylarında özel ve resmi internet sitelerine yönelik düzenlenen saldırıların "sadece buzdağının görünen kısmı" olduğu dile getirildi.
Estonya, yoğun olarak internete bağlı olan ülkenin alt yasını felce uğratmayı hedefleyen saldırılardan binlerce internet sitesinin etkilendiğini bildirmişti.
Rusya, bu saldırılarda sorumluluğu olduğu iddialarını reddetmişti.
Raporda adı açıklanmayan NATO kaynaklarına dayanılarak, Estonya'daki siber saldırılarla ilgili, "değişik teknikler kullanılarakdikkatli bir zamanlamayla belirgin hedeflere bir dizi saldırıdüzenlendiği" kaydedildi.
AB'nin enformasyondan sorumlu temsilcisi Viviane Reding de, Haziran ayında, Estonya'da olanların "bir uyanma çağrısı" olduğu değerlendirmesi yapmıştı.
İnternet güvenlik şirketi McAfee'nin yıllık raporunda, yaklaşık 120 ülkenin, mali piyasalar, resmi bilgisayarlar sistemleri ve kamu hizmetleri alanında interneti kullanmak için yollar geliştirdiği kaydedildi.
Rapora göre, istihbarat örgütleri hala, zayıf noktalarını bulmak için diğer devletlerin bilgisayar ağlarını sürekli sınıyor ve tekniklerini her yıl daha da geliştiriyor.
Raporda, hükümetlerin de acilen sanayi casusluğuna ve alt yapılarına yönelik saldırılara karşı korumalarını güçlendirmeleri gerektiği belirtildi.
Şirket yetkilerinden Jeff Green, "siber suçların küresel bir sorunhaline geldiğini ve önemli ölçüde geliştiğini" kaydederek, bu tür suçların artık sadece sanayi kuruluşları ve bireyleri tehdit etmediğini, giderek artan biçimde ulusal güvenliğe yönelik de tehdit oluşturduğunu söyledi.
Çin'in siber savaşın ön saflarında olduğu yorumu yapılan raporda, Washington'daki İstihbarat ve Araştırma Merkezi'nin Müdürü James Mulvenon'un "Siyasi ve askeri amaçlarla siber saldırıyı ilk kullanacakların Çinliler olduğu" yönündeki ifadesine yer verildi.
İngiltere'nin Ağır Organize Suçlar Kurumu, FBI ve NATO'nun verilerinden yararlanıldığı kaydedilen raporda, Estonya'da Nisan ve Mayıs aylarında özel ve resmi internet sitelerine yönelik düzenlenen saldırıların "sadece buzdağının görünen kısmı" olduğu dile getirildi.
Estonya, yoğun olarak internete bağlı olan ülkenin alt yasını felce uğratmayı hedefleyen saldırılardan binlerce internet sitesinin etkilendiğini bildirmişti.
Rusya, bu saldırılarda sorumluluğu olduğu iddialarını reddetmişti.
Raporda adı açıklanmayan NATO kaynaklarına dayanılarak, Estonya'daki siber saldırılarla ilgili, "değişik teknikler kullanılarakdikkatli bir zamanlamayla belirgin hedeflere bir dizi saldırıdüzenlendiği" kaydedildi.
AB'nin enformasyondan sorumlu temsilcisi Viviane Reding de, Haziran ayında, Estonya'da olanların "bir uyanma çağrısı" olduğu değerlendirmesi yapmıştı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)