"Işık, biraz daha ışık"
Goethe
Güvenlik kulübesinin önünden geçip büyük camdan binaya doğru yürürken hep o tanımlayamadığı kaygıyı hissederdi. Her zamanki gibi güvenlik görevlileri pek fazla dokunmadan sadece ellerindeki uzun beyaz çubuklarla üstünü aramışlardı. Yüzlerindeki tiksintiyi gizlemeye çalışmadan başlarıyla geç işareti yapıp televizyondaki aptal maça dönmüşlerdi.
Belki onlarca kere gelmiş olmasına rağmen bu korkuyla karışık kaygı hissini üzerinden hiç atamamıştı. İlk geldiğinde kapıdan geri dönmüştü ama sonunda girmişti. Verilen para iyiydi. Üstelik yapman gereken tek şey yarım saat boyunca başına takılı tellerle kıpırtısız durmaktı. Yarısı yeşil, yarısı kırmızı haplardan almak için paraya ihtiyacı vardı. Bir serserinin namuslu yollardan kazanamayacağı kadar çok para. Birkaç arkadaşı gitmişti. Hatta ekşi elma kokan o sefil yaşlı kadın bile gitmişti. Elindeki kartı sallayarak "Her seferinde 100 kredi veriyorlar" deyince o da gitmeye karar vermişti ve ertesi gün gitmişti. Sağlık taramaları, çekilen filmlerden sonra bir adam kafasındaki tüm saçları bir daha çıkmamak üzere kırmızı ışıklar saçan bir aletle kesmişti. Artık ana sistemin evlatlarından biriydi. Daha sonra ona kargacık burgacık yazılarla dolu sayfalar imzalatmışlardı. Hiç birini okumadan imzalamıştı. Zaten okusa bile ne fark edecekti ki? Tek düşündüğü alacağı yüz krediydi. Dişçi koltuğuna benzer bir koltukta yarım saat oturup uyku gibi bir durumda kalıp, daha sonra uyanmıştı. Rüyaya benzer görüntüler geçmişti gözünün önünden. Bir sürü matematik formülü, bir parlak metal, bir deniz ve bir kırmızı gezegen. Sonradan dediklerine göre özel bir sıvıda hareket edecek bir gemi yapmıştı kendisi. Buna hiçbir zaman inanmamıştı.
Oldukça düzgün konuşan ve düzgün giyimli bir adam, yani "ötekilerden" biri onun anlayacağı bir dille durumu izah etmişti.
Cam ve çelikten yapılmış uyuyan çirkin bir deve benzeyen bu bina onu yutacakmış gibi bakardı. Bütün bu kaygısına rağmen her şey yine aynı şekilde işlemeye başladı. Gömleğini iç cebinden çıkardığı mikrochipli kartı girişteki şeffaf kulübelerden birindeki görevliye uzattı. Hemen arkasında oluşan kuyrukta kendisi gibi başını kazıtmış bir iki kişi daha vardı. Binanın tüm modernliğine ve temizliğine rağmen girişteki şeffaf kulübelerin önündeki kuyruktakilerin hepsi serseri görünümlü ve başları kazıtılmıştı. Binanın ve görevlilerin görünümüyle bir arada duran serserilerin görünümü garip bir tezat oluşturuyordu. Yerleri temizlemek için kullanılan deterjanın kokusu, havaya sıkılan parfüm ve serserilerden çıkan ekşimsi ter ve insan kokusu da kesinlikle dünya üzerinde başka bir yerde bulunacak bir koku değildi.
Devam edecek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder