19 Şubat 2008

Bilimkurgu devam...

"Daha iyiyim. Geçen sefer bir uzay gemisi mi yaptım?" dedi yarım bir gülümsemeyle.

Asistan önündeki ekrana bakıp gülümsedi.

"Uzay gemisinin rota kanatçıklarıymış" dedi.

"Rota kanatçıkları mı? Ne bu?"

"Bir tür uçak kanadı gibi bir şey ama uzay gemilerinde kullanılıyor" dedi asistan.

Konuşmaları devam ederken dişçi koltuğuna benzeyen üniteye oturdu. Asistan yeni duyduğu yeşil Merihli fıkrasını anlatırken Anaxa'nın saçtan tamamı ile arınmış başına elektrotları itinayla yerleştirmeye başladı. Keskin olmayan lazerin kazıtılmış kafada oluşturduğu hayali noktalara gelecek şekilde özenle yerleştirmeye başladı. Asistanın elektrotları yerleştirirken çıplak kafa derisine dokunması nedense onu rahatlatırdı. Bir annenin bebeğine dokunmasına benzer bir etki yapardı. Elektrotların ucuna sürülmüş şeffaf jel kafa derisine değince yine o rahatlatıcı serinliği hissetti. Gözünü kapadı ve tüm elektrotların tek tek takılmasını sabırla bekledi. Son elektrotu yerleştirdiğinde içinden "yüz" dedi ve gözünü açtı. Yatay olarak 20, düşey olarak 5 sıra. Tüm elektrotların kaç tane olduğunu bilirdi ve her seferinde tüm elektrotları tek tek sayardı.

Asistan ona gülümseyerek baktı.

"Hazır mısın?" dedi.

Evet anlamında başını salladı. Asistan ünitenin hemen arkasında duran bilgisayarın başına geçip bir kaç tuşa bastı.

"Seans bitince ben gelirim" deyip eliyle Anaxa'nın omzuna hafifçe dokunup kendine bir kahve almak için uzaklaştı.

Ana sistem, Anaxa'nın beynini yavaş yavaş "becerirken" asistan genellikle bir kahve molası verir ya da kendi bölümündeki diğer ünitelerdeki diğer deneklerle ilgilenirdi.

Anaxa başına hafif bir ağrının saplandığını hissetti. "Bu sefer ağrı var" dedi kendi kendine. Beyninin seansa ne tepki göstereceğini önceden asla kestiremezdi. Bazen başı ağrır, bazen de bir karıncalanma hissederdi. Nadiren hızlı geçip giden görüntüler görürdü. Ana sistemin uğraştığı işe bağlı olarak iki basamaklı iki sayıyı kafadan çarpamayan Anaxa'nın asla göremeyeceği bir matematik formülü ya da hiç bilmediği bir gezegenin fotoğrafı. Buna "zihinsel taşma" diyorlardı.

Başındaki ağrı arttıkça zamanın geçmesini sabırla beklemeye başladı. Seans sırasında zihnini uğraştıracak bir şeyle uğraşmasına kesinlikle izin verilmezdi. Bir gazete okuması ya da ufak bir cep televizyonu seyretmesi yasaktı. Ana sistem bu konuda çok kıskançtı. Seans sırasında deneklerden birinin zihninin kıvrımlarında kendinden başka bir şeyin olmasına asla izin vermezdi. Birazdan kendi deyimiyle "uçuşa" geçecekti. Her seferinde olduğu gibi yine huzursuz hissetti kendini. "Bazı denekler teknik arızalardan dolayı geri dönemiyorlar". Basın açıklamalarında geçen bu cümle kendini tedirgin etti. Ya geri dönemezse? Her seferinde bu kaygıyla derin bir uykuya dalar gibi trans haline geçerdi.

Bu sefer de öyle oldu. Kendini görebilseydi göz kapaklarının sinirli hızlı bir şekilde açıp kapandığını görebilirdi. Eli koltuğun kenarlarına yapışmış alabildiğine sıkıyordu. Şakaklarından sızan ter damlaları belirgin hale gelmişti. Bu durum bir trans halinden çok şiddetli bir sara krizine benziyordu.

Arkasında duran bilgisayarın ekranında bir kırmızı düğme yanıp sönmeye başladı. Sonra insanın sinirini bozan kesik bip sesi odayı doldurdu. Asistan ortalıklarda yoktu. Normal zamanlarda bilgisayar en ufak bir şey yanlış gittiğinde trans halini bitirip normal duruma geçerdi ama bu sefer ana bilgisayar son sürat gaza basmaya devam ediyordu...
Devam edecek...

Hiç yorum yok: